17 Kasım 2008 Pazartesi

Hürriyet geyiği

II.Meşrutiyet'in ilanına sebep olan sürecin kıvılcımını ateşleyen kişi, Balkanlar' da "hürriyet" için isyan edip 160 adamı ile dağa çıkan Resneli Niyazi Bey'dir. 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu içinde de yer alır. Geyiği "Rehber-i Hürriyet" en az Niyazi Bey kadar meşhurdur. Bulup evcilleştirdiği bu geyiği gittiği her yere yanında götürür. Gülhane Parkı'nda halk onu akın akın görmeye gelir, kartpostalları kapış kapış satılır. Sultan Reşad bile çocukları ile Rehber-i Hürriyet'i sevmek için Gülhane'ye bir sefer yapar.


Hacı Bektaş Veli

Hacı Bektaş Veli (1209-1271)




Muhazafakar kesim 'Ulu Hakan' II.Abdülhamid'in devrilmesine sebep olduğundan Niyazi Bey'i hiç mi hiç sevmez, savaşlardan sağ çıkıp 1913'te gemiye binmek için limanda beklerken bir adamı tarafından öldürülmesinden dolayı "ne şehittir ne gazi bok yoluna gitti Niyazi" darb-ı meseli ve "geyik muhabbeti" argosunun ondan türediğini söylerler. Balkanlar'da Bektaşi tarikatının çok yaygın olduğunu bilenler ise Hacı Bektaş Veli'nin bir kolunda cesareti temsil eden arslan, bir kolunda masumiyeti temsil eden geyikle resmedildiğini de iyi bilirler. Niyazi Bey Bektaşi'dir, aynı zamanda bir masondur, bir ihtimal İttihat ve Terakki içindeki Alman/İngiliz rekabetinin kurbanı olmuştur.



Resneli Niyazi Bey


Yazının devamı

16 Kasım 2008 Pazar

Kıbrıs


Galatalı simsarlar borçlarını tahsil edebilsinler diye tahta geçirilen V.Murat ruh sağlığı yerinde olmadığından ancak 3 ay tahtta kalabildi. Halk kendisinden önceki padişah ve amcası olan Abdülaziz'in intihar süsü verilen ölümünden kendisini sorumlu tutacak diye kafayı tırlatmıştı. Abdülhamid tahta geçtikten kısa bir süre sonra Çırağan sarayında yaşayan V.Murat'ı tekrar tahta çıkarmak isteyenlerin Çırağan'ı basma girişimleri başarısız olmuştu olmasına fakat Abdülhamid'i de bir korku sarmıştı. Ayrıca Ruslar 93 Harbi sonrası Yeşilköy'e kadar gelmiş İstanbul'a girmeleri ise artık an meselesi idi.



Kıbrıs


Bu şartlar altında Abdülhamid İngilizler'le siyasi bir dostluk kurmaktan başka çıkar yol göremedi. İngilizler'in Süveyş Kanalı'nı dolayısı ile sömürgeleri Hindistan yolunu kontrol eden Kıbrıs'a olan iştahlarını Kıbrıs'ı onlara kiralamak suretiyle karşıladı. Karşılığında İngilizler Ruslar'ı tarihimizdeki ilk Sevr olan Ayastefanos Antlaşması'nın yerine Berlin Antlaşması'nı kabul etmeye mecbur bıraktılar. Yani Abdülhamid İngilizler'e Kıbrıs'ı verdi ama İstanbul'u kurtardı.



serdar sabri


"Abdülhamid Kıbrıs'ı İngilizler'e verdi"
Öyleyse İngilizler, günün birinde adayı terketmek mecburiyetinde kalırlarsa, adayı kimden aldılarsa ona geri vermeleri gerekir, öyle mi? İlk bakışta öyle...


Ama gerçek farklı: Kıbrıs bir Rum adası. Tarihte yüzlerce kere istilaya uğrasa da sonunda hep Rum kalmış. O istilalardan biri de (sondan bir önceki) Osmanlı istilası olduğuna göre, Abdülhamid kimin malını kime veriyor? Rumlar bu oldu-bittiyi hiçbir zaman kabul etmediler. Abdülhamid'in temsil ettiği iktidar günün birinde göçerse, göçmüş bir imparatorun tasarrufu Kıbrıs'ı niye bağlasın ki?


Nitekim günün birinde imparatorluk göçtü ve nitekim günün birinde İngiltere komünist ve milliyetçi Rumlara mağlup olarak adayı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Rumlar adayı kurtarmak için İngilizlere karşı savaşırken, Kıbrıslı Türkler İngilizler'in yanında saf tuttu.



Ümit Bayazoğlu


Yazının devamı

15 Kasım 2008 Cumartesi

Fenerbahçe, sen çok yaşa


fb logo eski

Fenerbahçe'nin ilk dönem başkanlarından biri İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucularından Doktor Nazım Bey'dir. 1916-1918 yılları arasında Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı yapmıştır. 1926'da Mustafa Kemal'e karşı planlanan İzmir Suikasti'nde suçlu bulunarak idam edilir.

Mondros Mütarekesi ile birlikte İttihatçılar yurtdışına kaçınca 1919-1923 yılları arasında Fenerbahçe'ye bu sefer hanedandan Ömer Faruk Efendi başkanlık yapar. Kendisi son Osmanlı halifesi II. Abdülmecid'in oğludur. Kurtuluş Savaşı’na katılmak için gizlice Samsun’a gider ancak İstanbul’a geri gönderilir. Geri yollanmasa diğer şehzadelerin de onun peşinden Anadolu'ya geçeceği rivayet edilir. 1924'te Osmanlı Hanedanı'nın ülke dışına gönderilmesi kanunu ile diğerleriyle birlikte sınırdışı edilir.


Faruk Ilgaz'ın başkanlığı sırasında (1966-1974) Fenerbahçe klübünden yaşadığı yer Mısır'a bir zarf ulaşır. "Klüp erkanı, eski reislerine hörmetlerini sunarlar" notu ile birlikte klüpte kullanmak üzere sabık başkanların resimleri istenmektedir. Ömer Faruk Efendi bu zarf ile ilgili duygularını şöyle dile getirir: "Kırk ve küsur senedir böyle bir alaka görmediğimden şaşırdım mütehassis oldum, müteessir oldum ve gözlerimden yaşlar boşandı."


1969'da Kahire'de yalnızlık ve hasret içinde ölür. 1977'de "sessizce nakledilmesi şartıyla" mezarı Türkiye'ye getirilir, Sultan Mahmut Türbesi'ne defnedilir. Mısır'da beraber gömüldükleri Sultan Reşad'ın torunlarından Şehzade Namuk Efendi'nin mezarı da getirilir, çünkü aile kemiklerin karışmış olduğundan endişe etmektedir.





Yazının devamı

14 Kasım 2008 Cuma

Çanakkale Krizi - Chanak Affair

9 Eylül 1922'de milli güçlerin İzmir'i teslim almasından sonra Fahrettin Altay komutasındaki Türk ordusu Çanakkale Boğazı'na doğru harekete geçti, hedef İstanbul'u teslim almaktı. Çanakkale'de konuşlanmış olan Fransız ordusu herhangi bir problem çıkarmazken, Yunanlılar'ın Anadolu'yu işgali politikasının mimarı İngiliz Başbakanı Lloyd George buna şidddetle karşı çıktı ve İngiliz ordusunun direnmesini emretti.


David Lloyd George


David Lloyd George (1863 – 1945)



Lloyd George'un kabineyi toplayıp savaş kararı almak istedi. Commonwealth başbakanları kendilerine danışılmadan alınacak bu savaş kararından rahatsızdı, Kanada otomatik olarak savaş kararı vermeyeceklerini, durumun parlamentoda tartışılacağını bildirdi. Dışişleri bakanı Lord Curzon ve dönemin savaş bakanı Churchill de karara muhalif idiler. Lloyd George krizin sonunda istifa etmek zorunda kaldı ve siyasetten çekildi.


Bu olay tarihe Chanak Affair (Çanakkale Krizi) olarak geçti. Lloyd George'un Türk düşmanlığı, Avrupa'da 19.yüzyılda tekrar keşfedilen ve yükselen Hellen Kültürünün etkisine bağlanır. İzmir'de yetişmiş daha sonra evlenerek İngiltere'ye yerleşmiş bir Rum ailenin kızı olan Lady Crosfield'e (Domini Elliadi) olan gizli aşkı ise pek bilinmez.


Yazının devamı

13 Kasım 2008 Perşembe

Manda ve Himaye

Erzurum (23 Temmuz 1919) ya da Sivas (4-11 Eylül 1919) Kongrelerine atfen anılan "Manda ve himaye kabul edilemez" mottosu ne Erzurum ne de Sivas Kongrelerinin kararları arasında bulunur. Kongrelerde üçüncü bir ülkenin himayesine ilişkin alınan kararlar şöyledir:


manda


Erzurum Kongresi:
Madde-8 : İstiklalimiz ve vatanımızın bütünlüğü mahfuz kalmak şartıyla, memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fenni, sınai, ve iktisadi yardımını memnuniyetle karşılarız.


Sivas Kongresi:
Madde-7 : Milletimiz, insaniyetperver ve muasır memleketleri ali bilir. Teknik, sinai ve iktisadi durumumuzun ve bize elzem olanların idrakindedir. Bu sebeple devletimizin ve milletimizin, dahilde ve hariçte istiklali ve vatanımızın bütünlüğü muhafaza edilmek şartıyla, 6. maddede belirtilen sınırlar içinde millilik idealine hürmet eden ve yurdumuzu istila amacını gaye edinmeyen herhangi bir devletin fenni, sınai ve iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız. Bu insani ve hukuka mutabık şartları ihtiva eden bir sulhun da hemen geçekleşmesi ve dünyanın sukunu, taleplerimizin en mühimidir.



Wilson


T. Woodrow Wilson (1856 - 1924)



Bu kararlarda tarif edilmeye çalışılan ülke Amerika Birleşik Devletleri'dir. Fakat 1920 seçimlerinde başkan Wilson'un yerine Monreo doktrinini savunan Warren G. Harding'in seçilmesiyle kendi içine dönen ABD, Avrupa'daki gelişmelere karışmama politikasını benimser.


Yazının devamı

12 Kasım 2008 Çarşamba

Çankaya Köşkü’nün arazisi

Çankaya Köşkü - Ankara


Çankaya Köşkü malum, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları'nın ikamet ettiği Ankara'da bir köşktür. Hürriyet yazarı Soner Yalçın 25 Mart 2007'de, Çankaya Köşkü’nün ilk sahibinin Ermeni olduğunu ifşa eden bir yazı yayınladı. Yazısında, o zaman üzerinde bir bağevi olan arazinin savaş sırasında kenti terk ederken bir Türk'e satıldığı anlatılıyordu.



Sonradan anlaşıldı ki, arazinin sahibi Kasapyan ailesinden Edward J. Çuhacı Soner Yalçın'a bir mektup göndermiş ve mektubunda, ailenin araziyi hiçbir zaman satmadığını, 1915 yılındaki tehcir sırasında devletin ailenin tüm mallarıyla birlikte araziye de el koyduğunu anlatmış. Fakat bizler bu mektuptan ancak Ayşe Hür , Taraf Gazetesi'nde bahsettiğinde haberdar olabildik. Sayın büyüklerimiz tarafından aksi yönde bir açıklama yapıldığına da şahit olmadık.

NOT 1: Kürşat Bumin bu mektuptan 20.05.2007'de Yeni Şafak gazetesinde bahsetmiş.

NOT 2: Bir blog'ta ise yukarıda bahsi geçen mektup olduğu söylenen şu metin yer alıyor:

“Sayın Soner Bey,

Bugünkü Hürriyet’teki yukarıdaki başlıklı yazınızı dikkatle okudum ve çok enteresan buldum.

Şu açıklamalarda bulunmak isterdim:

1. Annemin kızlık ismi: ROZ KASAPYAN. Doğum yeri: Ankara 1896-2001. Babasının (yani dedemin) ismi OHANNES KASAPYAN Doğum yeri: Ankara 1857-1944.

2. Çankaya köşkünü Kasapyan ailesi hiçbir kimseye satmamıştır. Devrin hükümeti yalnız o köşkü değil, bütün mallarını ve mülklerini ellerinden alıp Ağustos 1915 yılında tüm aileyi sürgüne sevk etmişlerdir. Benim babam (Ankara doğumlu 1887-1930) o tarihlerde ecnebi bir şirketin sahibi olduğu demiryolunda çalışması vesilesiyle tüm aileyi Ankara’dan (Konya yoluyla) İstanbul’a kaçırmıştır.

3. Ayrıca Kasapyan ailesinin sahip oldukları mülkler arasında Keçiören’deki bağ evi vardı ve bu bağa da Vehbi Koç ailesi sahip olmuştur. Bundan birkaç sene evvel (belki 15 veya daha fazla) İstanbul gazetelerinden birinde bu bağ evinin resmi çıkmıştı -bu evi Vehbi Bey müzeye çevirmişti- ve annem rahmetli Vehbi Bey’e bir mektup yazmıştı. Vehbi Bey de anneme o bağ evinin renkli bir fotoğrafını yollamıştı. Annem bu evde çocukluk yıllarını geçirmiştir. Bize daima o günlerden bahsederdi.

4. Ayrıca Ankara’da dedemin ailesi ve kardeşleri kendi paralarıyla bir (Ermeni Katolik) kilise inşa etmişlerdi ki, bu kilise de yakılmış.

5. Dedemin ailesi, kardeşleriyle birlikte Ankara keçisinin tiftiğini (Angora Wool) İngiltere’ye ihraç edermiş. Ve kardeşlerden bir tanesi İngiltere’de Bradford şehrinde yerleşmiş ve Ankara keçisinin tiftiğini İngiltere’de pazarlarmış. Ben İTÜ’nün mimarlık fakültesinden 1954 senesinde mezun oldum. Yedek subaylık görevimi bitirmemi müteakip evlendim ve 1957 Şubat ayında eşimle Kanada’ya muhacir olarak geldim. Hamdolsun, Ottawa’nın belli başlı mimarlarından biriyim.

Saygılarımla, Edward J. Çuhacı”



Yazının devamı

10 Kasım 2008 Pazartesi

İsmet İnönü ve eniştesi


İsmet İnönü


M.K.Atatürk son zamanlarında İsmet İnönü ile dargındır. İsmet İnönü’nün başbakanlığı sırasında dış politika konusundaki anlaşmazlıkları bir yana ipleri koparan bir bira fabrikası olmuştur. Milletvekili Ahmet İhsan Tokgöz İstanbul Bomonti bira fabrikasının hisselerini alır ve yönetim kurulu başkanı olur. İsmet İnönü'nün eniştesi Kudüslü Abdürrezzak’ı da yönetim kuruluna alır. O dönem Bomonti bira fabrikasının tek rakibi Mustafa Kemal Atatürk’ün imarı ile özel olarak ilgilendiği Ankara Orman Çiftliği içindeki bira fabrikasıdır. Tokgöz ve Enişte Abdürrezzak İsmet İnönü’yü Orman Çiftliği’ndeki fabrikanın memleket kaynaklarını gereksiz yere harcadığı ve kapatılması lazım geldiği konusunda ikna ederler. Konu Mustafa Kemal Atatürk’e gidince durumu kendisi de yabancı uzmanlara analiz ettirir. Çıkan sonuca göre fabrikanın birasının oldukça kaliteli olduğu, kapatılması bir yana büyütülerek İstanbul’a da bira satılabileceği anlaşılır. Mustafa Kemal konuyu görüşmek üzere İnönü’yü bir 1937 akşamı yemeğe çağırır. Gece, İsmet İnönü’nün “Paşam, artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız?” çıkışıyla sona erer. Bunun üzerine İsmet İnönü Başbakanlık görevinden alınır yerine Celal Bayar atanır.


Ertesi gün Mustafa Kemal Atatürk’ün İnönü’yü trende kompartımanına çağırarak “Görev arkadaşlığımız bitmiştir, ama dostluğumuz devam edecek” demiş olması “Aslında İnönü’yü idam ettirecekti, ortada kalmasınlar diye de vasiyetinde çocuklarına para bırakmıştır” söylentisinin çıkmasına engel olamamıştır.


Ankara Orman Çiftliği'ndeki fabrika envanterine rakı ile şarabı da ekleyip TEKEL icin üretime devam etmis, ta ki 2004'te özelleştirilip Mey İçki'ye satılana kadar. AOÇ'taki arazi satılamadığından 5 yıllığına kullanım hakkı verilmiş, 5 yılın sonunda TEKEL'e geri devredilecek. Daha sonra Mey İçki Amerikalı bir şirkete satılmış. Fabrikanın kullanım hakkı şimdi onlarda, 2009'da TEKEL'e geri vermeleri gerekiyor.


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.