29 Mart 2008 Cumartesi

FACIT'te Bölme

sayı/bölen=sonuç+kalan şeklinde formüle edersek. 1- Sayı tuşlanır ve kol 1 kez çevrilir. 2- Bölen tuşlanır. 3- Asıl hassas nokta burası , Sonra sadece sağ taraftaki ekran(ki orada 1 yazıyordur kol bir kez çevrildiği için) silme kolu ile silinir. ve kol geri ve ileri olmak üzere sallanır taki sağ taraftaki ekranın yanındaki yuvarlak kırmızı oluncaya kadar. 4- O yuvarlak kırmızı olunca kol ters çevrilmeye başlanır taki sol ekrandaki sayı bölünmez oluncaya dek. Sonuç sağ ekranda yazıyordur. kalan sol ekrandadır bölüm ise tuşlandığı yerde duruyordur. (erbey)


facit
Ya da;

Rakamı yaz. Sağdaki kırmızı oka bas. Rakamlar tamamen sola kaysın.
Sağ kolu çevir, rakamı kaydetmiş olur.
Sağdaki döner kolun yanındaki iki kulakçığı da çekerek sağ göstegeleri sıfırla.
Rakamı yaz. Sağdaki kırmızı oka tekrar bas. Rakamlar yine tamamen sola kaysın.
Sağ kolu zili duyuncaya kadar ters çevir. (çıkarma yapar gibi)
Şimdi aynı kolu bir kez normal çevir. (Toplama yapar gibi) Burada yine zil çalması lazım.
Soldan ikinci oka bas. Rakamları bir basamak geri al.
Sağ kolu zili duyuncaya kadar ters çevir. (çıkarma yapar gibi)
Şimdi aynı kolu bir kez normal çevir. (Toplama yapar gibi)
Sonuç sağdaki ekranda, kalanı ise soldakindedir. Ana rakam doğru, kalan genelde doğru değildir. (admakerpro)

Hafif'ten arak


Yazının devamı

17 Mart 2008 Pazartesi

Çanakkale Geçildi mi?

1915'te "Çanakkale geçildi mi?" derseniz, yanıt "evet geçildi" olacaktır. Zira Çanakkale denizaltından geçildi, hatta İngiliz denizaltıları İstanbul'a kadar gelerek Karaköy Limanı'nda cepheye asker sevkiyatı için bekleyen bir Osmanlı gemisini torpillediler. Yine, Gebze kıyılarında denizaltıdan sızan bir İngiliz askeri, cepheye asker taşımak için kritik olan bir trenyolu viyadüğünü havaya uçurdu. Bu, sabotaj tarihine denizaltıdan yapılan ilk eylem olarak geçmişti.

Churchill'in Çanakkale'yi sadece donanmayla geçebileceklerine olan aşırı güveni, İngiliz gemilerinin 1807'de Fransızlara meyleden III.Selim'e gözdağı vermek için Çanakkale'yi ellerini kollarını sallayarak geçip Büyükada'ya kadar gelmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Churchill eğer 1912'de İtalyan-Osmanlı Savaşında Çanakkale Boğazı'na giren İtalyan gemilerinin çelik halatlarla kapatılan Kilitbahir'den dönmek zorunda kalışlarını düşünseydi Gelibolu'ya asker çıkarmaya çok önceden karar verebilirdi. Üstelik ellerinde 1853-1856 Kırım Savaşı'nda Osmanlı'ya yardım etmek için Gelibolu'ya asker çıkarmış olmalarından dolayı coğrafi istihbarat da vardı muhtemelen.

Almanya 19.yy'ın sonlarından itibaren parçalanmanın eşiğinde olan Osmanlı'ya kancayı takar. Son Alman İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul'u değişik zamanlarda 3 kez ziyareti boşuna olmasa gerektir. Yine de Alman askeri yöneticileri I.Dünya Savaşı'nda ordunun ıslahının çok zor ve pahalı olması nedeniyle Osmanlı ile ittifak yapma konusunda ayak diremişler ve fakat ittifak kararı siyaseten alınmıştır. Çanakkale'nin savunulması Rusya'nın yardım alıp yeni bir cephe açmaması için Almanya için kritik öneme sahiptir. Çanakkale Zaferi'nin emperyalist İttihatçı/Almancı iklimden koparılıp milli bir destan haline getirilmesi ANZAC'ların bu savaşı keşfi ile çakışıyor nedense.

Çanakkale geçilemeyince İngiliz-Rus ittifakının sona ermesi, bununla kalmayıp bu devletlerin hasım hale gelmiş olması Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Mustafa Kemal'in pragmatik bir denge politikası izlemesini sağladı. I. Dünya savaşından galip çıkmış bir Çarlık Rusya'sının hele hele İstanbul için İngiltere ve Fransa'dan geri dönülmesi zor bir söz almışken sökülüp atılması, Kızıl Ordu'nun kendiliğinden Doğu Anadolu'dan çekilmesi kadar kolay olamayacaktı.


Yazının devamı

16 Mart 2008 Pazar

İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci CUMHURİYET

Mehmet Altan Hoca'nın İkinci Cumhuriyet’i malum, halbuki rahmetli İdris Küçükömer, 1950 DP iktidarını ikinci cumhuriyet olarak tanımlamış, 1973’te CHP-MSP iktidarını da üçüncü cumhuriyet. Devam edin, 1982 anayasası ile dördüncü cumhuriyet, eh ucu göründü artık sivil anayasa ile etti mi size beşinci cumhuriyet.

İlk üçü tamamen Sayın İdris Küçükömer ile alakalı, sonrakileri ben numaralandırdım. Bağlam yayınevinden çıkmış “İdris Küçükömer’le Türkiye Üstüne Tartışmalar” adlı kitaptan konuyla ilintili bazı alıntılar yapayım. (Bunlar bizzat katıldığı forumlardan kendi konuşmalarından nakildir)

“Türkiye’de İkinci Cumhuriyet daha özgürlükçü bir tepkiyle oluşmuştur...DP iktidara geldiğinde, zamanın CHP’sine göre daha ileri bir hareketin temsilcisiydi. İşte bu İkinci Cumhuriyet’in de sonu, ellinci yıldaki seçimle geliyor...Böylece, ilk defa, sosyal ilişkileri toplumcu olan bir çoğunluk Türkiye’de seçimleri kazanmış oluyor. Onun için Üçüncü Cumhuriyet’i kutlayabiliriz. Milli Selamet Partisi bu anlamda toplumcudur. Bugünkü AP, DP, CGP’nin aksine toplumcudur...İkinci Cumhuriyet, Birinci Cumhuriyet’in eğitim, politika, ekonomi alanında getirdiklerinin demokratik olarak değiştirilmesi olayıydı. Şimdi daha da demokratik bir süreç için Üçüncü Cumhuriyet kuruluyor ve Batı’daki partiler biçiminde bir sisteme gidiliyor.” (Sayfa 109-110)

Nasıl? Ezber bozuyor değil mi? Diğer numaralar Fransa hesabı her anayasaya bir numara verilmesinden kaynaklanıyor, yoksa 1982’de bir terakki telakki ettğimden değil elbette. Hıfzı Oğuz Bekata’nın Çığır Yayınları'ndan "Birinci Cumhuriyet Biterken" isimli 1960 basımı kitabını da analım.


Yazının devamı

12 Mart 2008 Çarşamba

K- A L I N T I

Frantz FANON, Kaan DURUKAN
Öngörüsü uyarınca, Fanon'un daha önce devrimin motoru olarak tanımladığı köylüler, mücadelenin başarıya ulaşmasından sonra sessizce sahneyi terk ederler ve iktidar milli bir burjuvazinin elinde tekelleşir. Sömürgecilik sonrası durumların çoğunda görüldüğü üzere, tercih edilen yönetim biçimi savaş döneminin önde gelen kahramanlarından birinin liderliğîyle sembolize edilen baskıcı nitelikli bir "tek parti" iktidarıdır.

Ancak, bağımsızlığını yeni kazanmış ulusun tüm heyecanına, gayretine karşın, orta sınıfın zayıflığı, altyapının ve bilgi birikiminin eksikliği, uluslararası baskılar, arzu edilen büyük atılımın gerçekleştirilmesini engeller; aslında pek çok şey, özellikle iktisadi yapı, aşağı yukarı aynı kalmıştır. Sıradan insanların hayal kırıklığı yeni yönetimin otoriteryen tedbirleriyle kontrol altına alınır. Bu arada, liderin saygınlığı da yavaş yavaş bir kült halini almaya başlamıştır. Sonunda, sömürgeci gücün kovulmasıyla kazanılan bağımsızlık, çeşitli alanlardaki başarısızlıklarla ağır ağır "uzaktan kumanda" bir sömürgeciliğe geçiş yapar ve yakın geçmişle devamlılık gösterir. Eski kolonyal güç, artık fiziki anlamıyla orada olmasa da, iktidarını büyük ölçüde tekrar kurmuştur. Fanon'un bu söyledikleri, sömürge geçmişi olan çok sayıdaki toplumun tarihinde ufak tefek farklılıklarla gerçekleşmiştir.

Yarım Yüzyıl Sonra Fanon'u Yeniden Okumak, Bianet

Karl MARX, Ayşe HÜR
"Din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir. İnsanın özünün hayali olarak gerçekleşmesidir, çünkü insanın sahici bir gerçekliği yoktur. Bu nedenle dine karşı savaşım, manevi kokusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır. Din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur. Bu nedenlerle de, halkın hayali mutluluğu olarak dinin kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunu istemektir" diyordu Karl Marx 'Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Doğru' makalesinin önsözünde. (Aktaran Mete Tunçay, 'Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması'). Dikkat edilirse, Marx'ın kısaltarak verdiğimiz bu sosyolojik yorumu, dinin bir "yanlış bilinçlilik hali" olduğunu söylemekle birlikte, bundan dolayı inananı küçümsemeye kalkışmıyor, aksine anlayışla karşılıyor. Halbuki günümüz Türkiye'sinde, Marx'ın (ve Hıristiyanlığın) tersine, din ve hayat arasında ikilik olmadığı iddiasındaki İslam diniyle, laiklik anlayışını esas olarak Batılı düşünce sistematiği üzerine kuran Kemalizm ve onun modern versiyonları arasındaki çatışma giderek yıkıcı hale geliyor...
Laiklik Savaşları, Radikal2

Hüseyin Avni ULAŞ, Ayşe HÜR
1926’da İzmit Suikasti davasında Hüseyin Avni de Aliler mahkemesine çıkarıldı. Ancak delil yetersizliğinden beraat etti. Kel Ali’ye “Bugüne kadar namusumdan emindim, fakat şimdi şüphe ediyorum” demesi ve Kel Ali`nin “Niçin” sualine karşı verdiği “Hepsi de benden bigünah ve namuslu arkadaşları astınız. Bende ne gibi namussuzluk gördünüz ki, bu şerefli ölümden esirgediniz” cevabını vermesi siyasi tarihimizin efsaneleri arasına girdi.
Türk Danton’u ‘Hüseyin Avni’, Yüzleşme Paneli

Bülent ARINÇ
Arınç, bu davada suçlanan insanlardan ilk üçü içinde kendi isminin yer aldığının söylendiğini anımsatarak, sözlerine şöyle devam etti: “Görmedim de başkalarının yalancısıyım. Bu beni üzmez, bu beni endişe ve korkuya sevk etmez. Aslında benim üzülmem gereken bir tek şey vardı, böylesine haksız açılmış bir davada ismim geçmeseydi kendimden endişe ederdim. Kendimden şüphe ederdim. Çok şükür vicdanım müsterih... Böylesine bir davada, böylesine bir iddianame ile suçlanmak ancak bana şeref getirir. Bundan dolayı da milletimin önündeyim ve milletimin vereceği karara hazırım.”
NTVMSNBC


Fernando SAVATER, Yankı YAZGAN
“... Ama insan her şeyden önce başkalarının özgürlüğünden korkar. Özgürlüğe dayalı sistemin belirgin özelliği, ne olacağını hiçbir zaman bilmeyişimdir. Bu nedenle başkalarının özgürlüğünü bir tehdit olarak görürüm. Çünkü onların (....) bana benzemelerini ve hiçbir zaman çıkarlarıma ters düşmemelerini isterim. Başkaları özgürseler, iyi ya da kötü davranabilirler. Zorla iyi olmaları daha iyi olmaz mıydı? Onları özgür bırakmakla gereğinden çok riski göze almıyor muyum? Bir çok insan başkalarının da kendi özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları koşuluyla, kendi özgürlüklerinden seve seve vazgeçerlerdi.” Fernando Savater’in Gençlerle Politika Üzerine adlı kitabını n’inci kez okuyuşumda, yazarın Türkiye uzmanı olup olmadığını sorgulamaya karar verdim bu alıntıları okuyunca. “Özgürlüğü bastırmak isteyenlerin her zaman hükümetler olduğunu sanma. Çok kez bu baskıyı isteyen, özgür olmaktan yorulmuş (bu biz değiliz, yy), ya da özgürlükten korkan yurttaşlar olmuştur.”
Dolar düşerken ne yapılır?, Akşam


Yazının devamı

4 Mart 2008 Salı

Neden Kara Harekatı?

1979 İran İslam Devriminin ardından 1980’de Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül ihtilali (‘Our boys have done it’) ve İran-Irak Savaşı, Polonya Dayanışma Hareketine Vatikan’ın desteği ardından 1981’deki Papa suikasti, Afganistan’da SSCB’ye karşı ABD’nin mücahitleri desteklemesi ardından bunun 9/11’e ve Irak’ın işgaline zemin hazırlaması gibi zincirleme olaylar Soğuk Savaş’ın son hamlelerinden birkaçı idi. Soğuk Savaş ABD’nin galibiyeti, SSCB ve Doğu Bloku’nun parçalanması ile sona erdi ancak savaşın sona ermesinin I. ve II. Dünya Savaşları’nın ardından olduğu gibi yeni bir paylaşım savaşının başlamasına neden olması kaçınılmazdı. Üstelik Rusya da bir süredir sanki bir mağlup gibi değil de, Doğu Bloku ülkelerinin yükünü üzerinden atmış olmanın hafifliği ile ileriye sıçramak için bir adım geri atmış bir koşucu gibi enerji savaşlarına hızla daldı. Bugün Rusya, ABD ve bunların bağlaşıkları enerji savaşlarında değişik cephelerde pozisyon almaya çalışıyorlar.

Türkiye ABD eksenli politika üretmeye devam ettikçe Rusya’dan uzaklaşıyor. Rusya’yı Samsun-Ceyhan petrol boru hattına doğru itelemek için Türkiye’nin boğazlara koyduğu rezerv geri tepti, Rusya Yunanistan Bulgaristan ile Transtrakya petrol boru hattı için anlaştı. Yine de Samsun-Ceyhan petrol boru hattının tamamen rafa kalktığını zannetmiyorum çünkü Rusya ile ABD arasındaki enerji savaşlarında çok kritik bir kesişimde duruyor. Geleneksel olarak Rusya Kuzey-Güney, ABD Doğu-Batı enerji hatlarını inşa etmeye çalışıyor. Rusya bir gelecekte bu boru hattına ihtiyaç duyabilir, liberal eğilimleri olan Gazprom başkanı Medvedev’in Rusya’nın yeni devlet başkanı olması ilişkileri yeniden ısıtabilir.

Enerji Savaşlarında Türkiye’nin kendine kırmızı çizgiler çekerek saf tutmaya çalıştığı diğer cephe Kuzey Irak. Terör, Soğuk Savaş döneminde rakiplerin gücünü zayıflatmak için desteklenen ve kullanılan bir aparatken, Soğuk Savaş sonrası paylaşım döneminde yayılmacı emellere ulaşmayı kolaylaştıran bir katalizör işlevi görmeye başladı. Soğuk Savaş dönemi örgütlerinden biri olan ASALA’nın yok olmasına rağmen PKK’nın Soğuk Savaşın bitiminden 20 yıl sonra bile hala ayakta olması manidar.

İsmail Beşikçi Derya Sazak’la 2006 Mart’ında Milliyet’te yaptığı söyleşisinde 'Öcalan ancak devleti konuşabilir. Çünkü devletin denetimi altında' diyordu ve şöyle devam ediyordu ‘Öcalan, örneğin savaş ilaİsmail Beşikçi, Derya Sazakn ediyor! Devlet adım atmadı diyor, tekrar silaha başvurun (diyor). Bu kadar denetim altında bunu nasıl söyleyebilir? Demek ki, devletin de böyle bir istemi var’. Öcalan’ın 1999’da Kenya’da yakalandıktan sonra uçakta getirilirken söylediklerini hatırlarsak: ‘Benim annem Türk, her türlü hizmete hazırım’. Bu sözlerin kurgulanarak kamuoyuna yansıtılışı operasyonun psikolojik harekat yönünü tamamlıyordu. O gün olduğu gibi bugün de devlet kontrolünde olan Öcalan’ın vermesi istenen mesajlar dışında dışarıya sesini ulaştırması çok güçtür. Gerçi üniversite öğrencisiyken MİT koridorlarında görüldüğünü, devletin kendisini kontrol etmeye çok daha önce başladığını, Uğur Mumcu’nun ölümüne de bu bağlantıyı kamuoyuna duyurmak arzusunun neden olduğunu iddia edenler de vardır.

Orta Asya ve Orta Doğu petrol-doğal gaz kaynaklarının Avrupa ülkelerine taşınmasını hedefleyen Nabucco (nam-ı diğer, Babil'in asma bahçelerini yaptıran, İsrailoğullarını Babil’den süren kral Nebukatnezar) projesi ile Batılı güçler Doğu-Batı hattından Azeri, Irak, İran ve kısmet olursa Türkmen doğal gazını Avrupa'ya taşımak niyetindeler. Kosova bağımsızlığını ilan ederken, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi Rusya ve ABD arasında süregiden rekabette eşzamanlı iki hamle olarak dikkat çekti. Türkiye özelinden bakarsak yapılan Kara harekatının gerekçeleri, savaşın bitirilmesi ihtimalini ortadan kaldırmak, Nabucco bölgesinin güvenliğinin Türkiye tarafından sağlandığının gösterilmesi. Bir başka iç neden son zamanlarda Hava Kuvvetlerinin sürekli ön planda olması, operasyonları domine etmesi olabilir. Bu durum, içinden Genelkurmay Başkanı’nı çıkaran Kara Kuvvetlerinin bir gövde gösterisi yapma heves ve arzusu yaratmış olabilir. Komutanlıklar arasında Milli Savunma bütçesinden pay alma savaşını hesap etmek gerekir. Aynı mantıktan yola çıkarak Irak sınırında hiç şansı olmayan Deniz Kuvvetlerinden yakın zamanda Ege’de bir güç gösterisi ya da Kıbrıs’ta Hristofyas’ın seçilmesi ile oluşan bahar havasını dağıtmak amaçlı Ergenekonvari bir atak şaşırtıcı olmayacaktır.


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.