22 Haziran 2023 Perşembe

Fatih o çocuğu neden öldürdü! - Ümit Bayazoğlu

İstanbul’un fethini takip eden o hararetli günlerde Fatih Sultan Mehmed, esirler arasından 14 yaşında bir çocuğu seçip himayesi altına almıştı. Sonra ne olduysa oldu, bu çocuk bizzat Fatih tarafından öldürüldü...

İstanbul’un fethine dair belgelerin çoğu fetihten yıllar, hatta asırlar sonra yazılmıştır. Ancak bunlardan “Chronicon Minus” adlı belge, Yorgios Sfrancis adlı Bizanslı bir diplomat tarafından bizzat İstanbul’da fetih harekatı sürerken kaleme alındı. Bu eşsiz belge, fetihten tam 556 yıl sonra 2009’da Doç. Dr. Levent Kayapınar tarafından ortaçağ Rumcası’ndan Türkçe’ye çevrildi. Ancak orjinali Napoli Ulusal Kütüphanesi’nde bulunan bu eserin “çakması” yıllardır kitapçı raflarında sürünüyordu: Makarios Melissinos adlı bir sahtekâr tarafından fetihten 125 yıl sonra yazılan kitap, hem bizde hem de Avrupa’da Yorgios Sfrancis’e maledilerek defalarca yayınlandı. Halbuki Melissinos, Sfrancis’in günlüğünü bulmuş ve aynen kendi kitabına koymuştu. Fakat bunu yaparken “Türk düşmanlığı” baskın çıkmış, dini ve siyasi inançlarına göre Sfrancis’in eserini değiştirmişti. Mesela buna göre “Fatih bir sapıktı, İoannis adlı esir çocuğa tecavüze kalkışmış, direnişle karşılaşınca da çocuğu öldürmüştü.”


Avrupa’da yayınevleri asırlarca bu eserin orijinali yerine Melissinos’un tahrip ettiği işte bu metni bastılar. Ta ki kitabın orijinaliyle sahtesi karşılaştırılıncaya kadar yalan rüzgarı devam etti. 1966’da Romen tarihçi Vasile Grecu, 1990’da ise İtalyan tarihçi Riccardo Maisano nihayet bu karşılaştırmayı yaptılar ve Makarios Melissinos’un foyasını meydana çıkardılar. Tabii bu gelişmelerden habersiz olan Türk yayınevleri sahte kitabı gerçekmiş gibi okura sunmaya devam ettiler. Halen satışta olan, 1992 ve 2004’te Scala ve İletişim yayınevleri tarafından basılan “Bizans Düştü! Bizanslı Tarihçi Francis’ten İstanbul’un Fethi” ve “Bizanslı Tarihçi Francis Şehir Düştü!” adlı kitaplar işte bu sahte kaynak esas alınarak Türkçeye çevrildiler.

Neyseki artık sözkonusu eserin aslı Türkçe’de var. Öncelikle bunun sadece İstanbul’un fethini anlatan bir kaynak olmadığını belirtmeliyiz. Bizans saray görevlisi, diplomat ve tarihçi olan Sfrancis, kitabında doğum tarihi olan 1401’den 1478’e kadar 77 yılda başından geçenleri anlatıyor. Bu süreçte Türkler Gelibolu’dan karşıya geçmiş, Avrupa’da ilk fetihlerine girişmişlerdi. Trakya neredeyse İstanbul surlarına kadar artık Türk hakimiyeti altındaydı. Bizans’ın başkenti, Gelibolu ele geçirildikten sonra denizden de saldırıya açık hale gelmişti. Yine bu süreçte; I. Mehmed’in ölümüne, İstanbul’un II. Murad tarafından kuşatılmasına, Selanik’in fethine, II. Murad’ın ölümüne, II. Mehmed’in tahta çıkışına, Rumeli Hisarı’nın inşaasına, nihayet İstanbul’un fethine ve Mora’nın Osmanlılara bağlanmasına tanık oldu.

İstanbul doğumlu Sfrancis asil bir aileden gelmiyordu ama çocukluğu imparatorluk sarayında geçmişti. Çünkü babası burada memurdu dolayısıyla o da saray memuru olmak üzere yetiştirildi. 16 yaşında İmparator II. Manuil Paleologos’un hizmetine girdi. Kısa zamanda herkesin sevgi ve güvenini kazandı. 22 yaşında elçi tayin edilerek II. Murad’a gönderildi. Sfrancis 37 yaşında evlendi. Beş çocuğu oldu. Ancak bunlardan sadece oğlu İoannis ile kızı Tamar hayatta kaldı. 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethi sırasında Sfrancis son İmparator IX. Konstantinos’in maiyetindeydi. İmparator onu askerleri saymakla ve ihtiyaçlarını tespit ve temin etmekle görevlendirmişti.
İstanbul düşünce Sfrancis esir alındı. Karısı ve iki çocuğu da İmrahor (Has Ahır Sorumlusu) tarafından satın alınarak Fatih’e hediye edildi. Sfrancis 28 gün esaretten sonra fidye ödeyerek kurtuldu. Karısını da fidye ödeyerek kurtardı. Sıra çocuklarına geldiğinde peşpeşe gelen iki acı haberle yıkıldı; önce oğlunu sonra kızını kaybetmişti. Henüz 14 yaşında olan oğlu İoannis, kültürü, terbiyesi ve dil bilgisiyle Fatih’in dikkatini çekmişti. Onu babası gibi diplomat olarak yetiştirmek üzere yanına aldı. Ancak İoannis bu güveni istismar ederek Fatih’e suikast girişiminde bulundu ama başarılı olamadı. Cezası hemen orada bizzat Fatih tarafından verildi. Bu olaydan bir yol sonra da kız kardeşi Tamar, saray kadınları arasında yayılan bulaşıcı bir hastalığa kapılarak öldü. Böylece Sfrancis bütün çocuklarını kaybetmiş oldu.

İstanbul’un fethinin canlı tanığı ve doğrudan mağduru olan Yorgios Sfrancis bundan sonra Adriyatik’te karısıyla bir manastıra çekilip inziva hayatı yaşadı. Sfrancis, başına gelen bunca felaketten sonra eğer kitabında kin, nefret, küfür dolu bir üslup tuttursaydı hiç şaşırtıcı olmazdı. Hatta ondan bu beklenirdi. Ama tersine onun düşünce dünyasında “kötü Türk soyu” imajı yoktu. Bizansın yıkımından, İstanbul’un kaybından ötürü Türkler’den daha çok, Venedik ve Papalığın öncülük ettiği Katolik âlemini suçlu buluyordu. Katoliklerle birleşmeye ve Osmanlılar ile devamlı savaş etmeye karşıydı. Haliyle kitabında Türkleri övmüyor ama yeren, kötüleyen ifadeler de kullanmıyordu. Yine de bazen kendini tutamayıp, “kafir” karşılığı olarak “inançsızlar” dediği oluyor. Oğlunu katleden Fatih içinse, “acımasız” sıfatını kullanıyor. Evladı öldürülmüş, memleketi gaspedilmiş bir baba herhalde ancak bu kadar nesnel olabilirdi.

Halbuki Makarios Melissinos’un “çakma” kitabında Fatih’in cinayetine dair satırlar aynen şöyle; “Emir (yani Fatih) çocuğa karşı ahlak dışı eşcinsel bir eylemde bulunma arzusundaydı”. Yani Fatih, çocuğu cinsel ilişki teklifini reddettiği için öldürmüştü. Bu iftirayı hiç sorgulamadan kabul etmek Batılı tarihçilerin işine geldi ve çoğaltılarak zamanla bu sapıkça cinayet Avrupa’da gerçekmiş gibi algılanmaya başlandı.

Şimdi aynı olayı bir de çocuğun babasından, Sfrancis’ten dinleyelim: “Aralık 1453 oğlum İoannis’i acımasız ve inançsız Emir (yani Fatih) kendi elleri ile öldürdü. Çünkü güya çocuk onu öldürmeye teşebbüs etmişti. Vah vah zavallı, talihsiz ve sefil baba olarak başıma gelenlere! Oğlum, on dört yıl ve bir gün eksik ile sekiz ay yaşadı. Ancak bedeni ve aklı ile yetişkinler gibiydi.”
(ntv.com.tr’den)


Yazının devamı

27 Ağustos 2012 Pazartesi

5 Mart 2012 Pazartesi

Bayrak

Byzans- ConstantinopleOsmanlı Devleti, 1844


Türkiye Cumhuriyeti, 1936


Yazının devamı

11 Ocak 2011 Salı

Osmanlı'nın gerileme döneminde Anadolu'ya & Anadolu'dan göçler



Osmanlı'nın gerileme ve çöküş yılları müslüman tebanın kaybedilen topraklardan Anadolu'ya, gayrimüslim tebanın da Anadolu'dan dışarıya göçlerine sahne oldu. ABD'li tarihçi Justin McCarthy'nin hazırladığı harita 1770-1923 yılları arasında gerçekleşen bu göçleri anlatıyor.


Yazının devamı

1 Ocak 2011 Cumartesi

Atlantropa ile Çanakkale Boğazı'na Baraj

Atlantropa Alman mimar Herman Sörgel'in (1885-1952) 1920'lerde yarattığı ütopik bir projeydi. Herman Sörgel Akdeniz'in suyunu Afrika kıtası içlerine akıtarak deniz seviyesini azalttıktan sonra Avrupa ile Afrika'nın birleşmesinden doğacak Atlantropa adlı yeni bir kıta yaratmayı planlıyordu. Proje Akdeniz'in iki ucundaki Cebelitarık ve Çanakkale Boğazı'na yapılacak barajlarla tamamlanıyordu. Alman mimar Atlas Okyanusu ve Marmara Denizi'nin su seviyesi Akdeniz'in su seviyesine göre yüksek olacağından boğazlara kurulacak barajlarla çok büyük miktarda enerji üretmeyi planlıyordu. Projeye göre Avrupa ile Afrika İtalya-Sicilya-Tunus üzerinden köprülerle bağlanacaktı. Deniz çekileceği için Ege ve Adriyatik'te önemli miktarda deniz karaya dönüşüyordu. Yunanistan ile Türkiye neredeyse birleşiyordu.

Proje adına bir enstitü kurulmasına rağmen Nazi Almanyası'nda küçümsendi, alay edildi. Atlantropa Herman Sörgel'in şüpheli ölümünden sonra tamamen unutuldu. Mimar, bisikleti ile ders vermeye gittiği üniversitenin dümdüz yolunda bir arabanın çarpması sonucu öldü. Araba sürücüsü bulunamadı.

Atlantropa projesi
Akdeniz'in sularının Afrika içlerine aktılmasıyla kara kıtanın ortasında iki büyük göl oluşacaktı:


Yazının devamı

26 Kasım 2010 Cuma

Uzun uzun kavaklar






Anne anne kalksana
Lambaları yaksana
Şuayyib'imi vurmuşlar
Çaresine baksana



Batı Trakya, II.Dünya Savaşı sırasında (1941-1944) Almanya'nın müttefiki Bulgaristan tarafından ikinci kez (ilki II.Balkan Savaşı sonrasında) işgal edilmişti. Mihver Devletleri'nin savaşı kaybetmesinden sonra Bulgaristan Batı Trakya'yı boşalttı. Yerlerini 1944 sonlarında İngiliz askerleri aldı.

İngiliz askerleri tarafından kazaen öldürülen Gümülcüne'li Şuayyib için söylenen anonim türkünün ilk dörtlüğü ilkokulda ezberlediğimiz bir şiiri andırıyor.

Anne anne kalksana
Lambaları yaksana
Şuayyib'imi vurmuşlar
Çaresine baksana

Anlamadım bir anda
Hastahane yolunda
Şuayyib'i görenler
Sandı ecel yolunda

Hastanenin kapısı
Demiryoluna bakar
İçindeki hastalar
Ecel yoluna bakar

Dayanamam ben artık
Kalbim benim pek yanık
Yandım aman çok yandım
Dertlerime çare yok

Mahşer gibi insanları
Saygı verdi gönülleri
Şuayyib beyi vuranlar
İngiliz’in çavuşları


Kaynak:Öyküsüyle Notasıyla Batı Trakya Türküleri, Reşit Salim– Osman Arda, 1994 Gümülcine


Yazının devamı

30 Ekim 2010 Cumartesi

Savaşta fotoğrafçıya poz vermek

Mustafa Kemal'in 1921'de Ankara Dikmen sırtlarında dinlenirken çekilmiş bir fotoğrafı vardır, I.Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru böbrek rahatsızlığının tedavisi için çarpışmalar devam ederken Viyana ve Karlsbad'a kaplıca tedavisine gittiğini düşünürseniz (Bkz: Mustafa Kemal'in kendi Karlsbad günlükleri) kar üzerinde uyuması Mustafa Kemal'in sağlığı için iyi olmamıştır.




Ama belki de uyumamış sadece poz vermiştir.


Yazının devamı

3 Ağustos 2010 Salı

Mustafa Kemal'in Latin Alfabesi ile ilk Türkçe mektubu

Mustafa Kemal İttihat ve Terakki tarafından 1913-1915 yılları arasında ataşemiliter görevi ile sürgün olarak gönderildiği Sofya'dan arkadaşı Corinne Lütfü'ye sık sık Fransızca mektuplar yollamış. Meğer bu mektuplardan bazıları Latin harfleri kullanılarak (Fransızca imlasıyla) Türkçe yazılmış. Melda Överim'in "Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü" adlı kitabında aşağıdaki mektubun bunlardan ilki olduğu belirtiliyor. Mektup 28 Haziran 1914'te yazılmış, yani Harf İnkilabından (1928) 14 yıl önce.



Sol tarafla sağ tarafın alakası varmış gibi görünmüyor. Sökebildiğim kadarıyla şunlar yazıyor:

Cher (sevgili) Corinne

Son mektubun adeta yunanistanın geçenlerde ... ... protestationa benziyor ..., bundan sonra artık mutlaka muharebe olacak ... ...
..., netice tahmin olduğun gibi çıkmayablir. Bunun için bir taraf zaif olduğundan diğer taraf protestationda.


Diğer sayfa:

sevimli hanım arkadaşlarına "... ... ... ..." diye tanıtmazsın. bu seviyede birgun bende onları tanımak şerefine nail olduğum zaman seni hususi zan ve tavsiyelerinden dolayı tasdik ittiririm.

Gözlerinden öperim.

M.K.


Mektupta geçen bazı harfler ve karşılıkları şöyle
(dj): (c) veya (ç)
(ou): (u)
(ei): (i)


Yazının devamı

10 Nisan 2010 Cumartesi

Zürcher'in Ittihat ve Terakki ile Kemalist dönem kıyası

Erik Jan Zürcher


Yakın Türkiye tarihi hakkında araştırmaları ve kitapları bulunan Hollandalı tarihçi Erik Jan Zürcher, İttihat ve Terakki ile Kemalist yönetim dönemleri arasında şu karşılaştırma/benzeştirmeyi yapıyor:

Direniş evresi (1906-1908 ve 1919-1922),
Çoğulcu evre (1908-1912 ve 1922-1925),
Diktatörlük evresi (1913-1918 ve 1925-1945).


Zürcher'e göre 1926'daki İzmir Suikasti yargılamaları, sanıkların çoğunun İttihatçı olması nedeniyle İttihatçı-Kemalist çatışması gibi görünse de aslında devam eden Jön Türk hareketinin iç hesaplaşmasıydı. Gerçekten de yargılananların İttihatçı olmasına karşın o sırada CHP'nin yönetici kadrosunda ve bürokraside daha çok İttihatçı vardı.

Kaynak: Meclis-i Mebusan'dan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Kopuş ve Süreklilikler, Hasan Kendirci


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.