27 Nisan 2008 Pazar

Tarihte Bugün: II.Abdülhamid'in Hal'i

31 Mart Vakası sırasında (13 Nisan 1909) Hüseyin Hilmi Paşa’nın 21 günlük yokluğunda -Osmanlı’nın zor zamanlarında hep olduğu gibi- sadrazamlığı Ahmed Tevfik Paşa yürütür. Ahmed Tevfik Paşa Milli Mücadele dönemindeki sadrazamlığı sırasında Londra Konferansı'nda Türkiye'nin tek temsilcisinin Ankara Hükümeti olduğunu belirtip sözü Ankara Hükümeti temsilcisi Bekir Sami Bey'e bırakmasıyla da tanınır. Siyaset dışı biri olduğu için hem de bu zor zamanda sadareti kabul etmek istemez ama Sultan II. Abdülhamid’in onu razı etmek için Yıldız’da kucaklayıp kucaklayıp öptüğü söylenir. Ahmed Tevfik Paşa kabinesini kurduktan sonra kurşunlar vızıldar haldeyken, geleneğe uygun olarak Babıali’ye at üstünde çıkar. Bu at üstünde yapılan son merasim olur.

31 Mart ayaklanmasının bastırılmasının ardından İttihatçılar İstanbul'da kontrolü ele geçirir. II.Abdülhamid'in yaşadığı Yıldız Sarayı askerler tarafından kuşatılır. Uşaklar, görevliler sarayı terkeder. Hareket Ordusu komutanlarından Binbaşı Enver Bey de Yıldız Sarayı bahçesinde nöbettedir. Bir kaç günlük gergin bekleyişten sonra Yahudi Cemaatinden, Selanik Mebusu ve Selanik Mason Locası Üstadı Emanuel Karasu (İnternet'te Bilge Karasu'nun babası olduğu iddiası olsa da B.K. sağlında herhangi bir akrabalık bağı olmadığını söylermiş), kardeşi Abdülhamid tarafından öldürtülmüş Arnavut Esad Toptani Paşa, Ermeni Katolik Cemiyeti Temsilcisi Aram Efendi ve Ayan Meclisi'nden ve uzun süre sultanın yaverliğini yapmış olan Gürcü Arif Hikmet'ten oluşan Meclis-i Mebusan heyeti, 27 Nisan 1909’da II.Abdülhamid'e, yanında çocuk yaştaki oğlu Abdürrahim olduğu halde, 'Millet seni (sizi?) azletti' diyerek 33 yıllık iktidarının sona erdiğini bildirir. Abdülhamid'in cevabı 'Hal' etti demek istiyorsunuz' olur! Arkasından 'Ve benim hayatım?' diye sorar.

Aslında İttihatçılar sultana hal’in bildirilmesini Ahmed Tevfik Paşa’dan istemişler ama "milletin bildirmesi uygun olur" deyip sıyrılmış bu zor işten. Zor zira Sultan Hamid ceket cebinde hep bir revolver taşırmış ve çok keskin bir atıcıymış. Aşağıdaki resimde Emanuel Karasu'nun elinin ceketinin içinde olmasının sebebi budur.

Abdülhamid'in heyet için "Bir Türk padişahına, bir İslam Halifesine hal kararını bildirmek için bir Arnavut, bir Yahudi, bir Ermeni ve bir nankörden başkasını bulamamışlar mı?" ya da "bir şer'i hükmü bildirecek bir Müslüman bulamamışlar mı?" dediği rivayet olunur.

Sultan ve ailesi Ali Fethi (Okyar) Bey refakatinde Selanik'e sürgüne gönderilir. Sultanın Yıldız'dan ayrılmasından sonra saray yağmalanır fakat her nasılsa fotoğraf koleksiyonu kurtarılır. Yanlarına almalarına izin verilen içi mücevher dolu bir çanta, bir rivayete göre Müşfika Kadın Efendi tarafından Sirkeci'de bir faytonda unutulur, kaybolur. Başka bir rivayete göre ise çanta kaybolmamıştır, Abdülhamid Selanik’ten Çırağan'a döndüğünde bahçesinde yetiştirdiği ananaslardan birinin içine doldurduğu mücevherleri ‘yalnızken kes, ye’ tembihiyle kızı Şadiye Sultan'a verir. 1924'te Osmanlı hanedanı sınır dışı edilince bu mücevherler çok işe yarar. Şadiye Sultan, parasız kaldıkça bunları bozdurup harcar.

I.Balkan Savaşı kaybedilip Selanik Yunanistan tarafından işgal edileceği sıra İttihatçılar'ın paçaları tutuşur ancak Çanakkale Boğazı kapalı olduğu için gemi gönderip sabık sultanı oradan alamazlar. Akıllarına daha önce II.Abdühamid'i iki defa İstanbul'da ziyarete gelmiş olan dostu Alman imparatoru II.Willhelm gelir. II.Willhelm Selanik'e bir savaş gemisi gönderir, komutanına da hareket emrini İttihatçılar'dan değil Abdülhamid'den almasını söyler. Abdülhamid Avrupa'ya kaçmak yerine İstanbul'a dönme emri verir. 1918'de ölen ve Siyonizm'e Filistin'i satmamakla övünen (gerçi Kıbrıs'ın İngilizler'e kiralanması suretiyle elden çıkmasına neden olmuştur) II. Abdülhamid'in I.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı'nın ne hallere düştüğünü görecek kadar yaşaması kendisi için kim bilir ne acı olmuştur.

Yukarıdaki resmi yapan son halife Abdülmecid. Bu resmi yapmak için aşağıdaki iki fotoğraftan faydalanmış.

Halife Abdülmecid'in küçük yaştan resme ilgisi olmuş hatta 1910 yılında kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'ne fahri başkan seçilmiş. Resimleri Paris'te açılan sergilerde kabul görmüş, Pierre Loti ile bu resimler üzerine mektuplaşmış. Eserleri bugün Resim ve Heykel ve Sabancı Müzesi kolleksiyonlarındadır.

27 Nisan ayrıca e-muhtıramızın da yıldönümü, anmadan geçmek olmaz...

Kaynaklar:
Ayşe Hür, Taraf Gazetesi-Tarih Defteri, 6 Nisan 2008
Orhan Koloğlu, Son Sadrazam
Necmettin Alkan, Toplumsal Tarih, Nisan 2008
Mustafa Armağan, Haber7, Haftasonu Eki, 27 Nisan 2008
Avni Özgürel, Radikal Gazetesi, Tarih, 27 Nisan 2008
Ümit Bayazoğlu, Chronicle Dergisi, Sayı 1/2005
Zahir Güvemli, Sabancı Resim Kolleksiyonu


Yazının devamı

26 Nisan 2008 Cumartesi

Yeni kömür yatakları bulundu

Konya'da bulunan yeni kömür yatakları ile Türkiye'nin tespit edilmiş linyit rezervleri 10,5 milyar tonu buldu. Bu rezervler Türkiye'yi enerjide dışa bağımlılıktan kurtarmakla birlikte elimizdeki linyit düşük kaliteli, termik santrallerde yakıldığında enerji ile birlikte kükürtdioksit (asit yağmuru), karbondioksit (sera gazı) ve kül olarak geri dönüyor. Kimya, endüstri ve makine mühendislerinin, kömürü gazlaştırmak (Turning Black Coal Green) için daha çok çalışması lazım.


kömür

Dünyadaki enerji kaynaklarının kullanımına dair projeksiyon

enerji



Yazının devamı

18 Nisan 2008 Cuma

Orta Asya'dan Yüzler

İpek yolu


Türkmenistan
Kolajın ilk sırası Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta bulunan Orta Asya'nın en büyük Çöl Pazarında çekildi, Türkmenler "cıgıldak pazarı" diyorlar. Türkmen kadınları tek parça, uzun ve rengarenk geleneksel elbiseleriyle -sadece pazarda değil şehrin tamamında- cıvıl cıvıl bir hava yaratıyorlar. Türkmen kızları "gelini gelini Türkmen gelini" türküsünde söylendiği kadar güzel ve alımlılar. Yalnız ülkede protez dişleri altın kaplatmak çok yaygın olduğundan zaman zaman gözünüz kamaşabiliyor.

Aşkabat Havaalanı'nı şehrin merkezine bağlayan geniş yolun adı "Tarafsızlık Bulvarı", tarafsızlık konusunda çok hassaslar. Hassas oldukları diğer konu halı. Halının müzesi ve hatta bakanlığı var. Dışarıya kontrolsüz halı çıkarmak yasak. Bayraklarını 5 değişik bölgeyi temsil eden, 5 halı süslüyor. Deve tüyünden yapılan halılar kutsal sayıldığından yere serilmiyor, belden yukarıda bir yerde tutuluyor.

Türkmen doğalgazı ülkede ciddi bir zenginlik yaratmış ancak bu zenginlik halk tarafından henüz eşit bir şekilde paylaşılamıyor. Aşkabat'ta müthiş binalar yapılmış, inşaat şirketleri marifetiyle bu zenginlik hortumlanıyor izlenimi verecek kadar müthiş (inşaatların %90'ı Türkiye'li şirketler tarafından yapılıyor).

Komunizm döneminden kalan sosyal imkanlar devam ediyor. Temel sağlık hizmetleri, su, elektrik, gaz, telefon, ulaştırma hizmetleri üzcretsiz ya da sembolik ücretleri var. Mesela 1 depo benzin 1 $, yurt içi uçak bileti Türkmen halkı için 1,5 $ (bizim şirketler de 0 YTL'ye uçtuklarını iddia diyorlar ama henüz böyle uçana rastlamadım).

Kutluğ Timur Minaresi

Kutluğ Timur Minaresi, Orta Asya'nın en yüksek minaresi, ereksiyon timsali (67 m)


Türkmenistan'da bazı yerlerde fotoğraf çekmek, hatta dikkatle bakmak bile yasak ya da tehlikeli olabiliyor. Duyduğum ama doğruluğundan emin olmadığım hikayeler var. Bunlardan biri, Türkmenbaşı'nın (kalp hastası olduğu ve o ndenle öldüğü biliniyor) yanıbaşında genç bir askerin kalbinin söküldüğü ancak Alman doktorunun kalp nakli ameliyatını reddettiği söyleniyor. Annesinin Türkiye kökenli olduğu, bu nedenle Türkiye'yi çok sevdiği, soyadı seçilirken Atatürk soyadını almak istediği ancak Türk Dışişleri'nden uyarı gittiği de söyleniyor.

Özbekistan

Timur-lenk (lenk: aksak eki) ilginç bir adam. Cengiz yani Moğol soyundan gelmediği Türk asıllı olduğu için HAN ünvanı alamamış ama bir kişinin ömrü hayatında kurabileceği en büyük imparatorluk sınırlarına ulaştırmış devletini. Son derece vahşi yöntemler kullanmış, aldığı şehirleri yakıp yıkmakla kalmayıp halklarını ya kılıçtan geçirtmiş ya büyük çukurlara gömdürmüş -en iyisi- savaşlarda canlı kalkan olarak kullanmış.

Timur'un Sivas'ta ve Bagdat'ta yaptigi katliamlar meşhurdur. Sivas'ta 40 bin kelleden tepe yaptığı soylenir. Bağdat katliamı bugün bile bir darb-ı mesel gibi anlatılır (alıntı, Ayşe Hür).

Ankara Savaşı’nı biliyoruz ama yanında fetret devri çelebilerinden biriyle birlikte İzmir’e kadar gelmiş. Özbek’ler “Timur Babamız” diyorlar, Lenin heykelleri yerine onun heykellerini dikiyorlar. Sarayı (Ak-Sarai, Şehrisebz) ve mezarı (Gur-amir, Semerkand) müthiş etkileyiciydi. Kara bir mezar taşı var, 2001 Space Odyssey’deki gibi. Sovyet arkeologlar mezarını açmak istediklerinde Özbekler uğursuzluk getirir diye izin vermek istememiş, sonra, mezarın açıldığı gün Alman uçakları Sovyetleri bombalamış, II.Dünya Savaşına girmişler !

Hiva Özbekistan
Bahaüddin Nakşibendi'nin mezarı Uluğ Bey Rasathanesi

İpek Yolu, Buhara, ipek Buhara, Kalon Minare
Ak Saray, Aksak Timur Semerkand, çini



Yazının devamı

14 Nisan 2008 Pazartesi

Addio Pippa... (*)

Pippa

Otostopla Türkiye'yi aşmaya çalışan bir kadının yolculuğu boyunca psikopat bir katile rastlaması ihtimali ne kadardır? Çok düşük, peki bu kadını kim katletti, trajedi tam da bu sorunun cevabında, bu kadını sürekli çalıştığı bir işi olmayan, bir kadınla imam nikahlı yaşayan, daha önce ölümlü bir trafik kazasına karışmış yani Türkiye şartlarına göre sıradan biri katletti. Türkiye bir alt üst oluşu yaşıyor, globalizasyon politikalarının köylerden kentlere sürüklediği milyonlar çarpık şehirlerde çarpık hayatlar yaşamak zorunda bırakıldılar. Kadın/erkek çelişkisinden daha güçlü çelişkiler var bu vak'ada.


* Elveda Pippa...


Yazının devamı

12 Nisan 2008 Cumartesi

Memleketin Hal-i Pür Melali

Cumhuriyet Köyü-Demokrasi Çıkmazı
DİKKAT! Görüş bildirmek tehlikeli ve yasaktır...


Yazının devamı

7 Nisan 2008 Pazartesi

Kayıp Demiryolunun Peşinde

Kayıp DemiryoluKağıthane-Çiftalan, Haliç-Karadeniz Sahra Hattı'nın orman içinde yaratığı boşluk hissediliyor


I.Dünya Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti İstanbul'a kömür sevkiyatı konusunda zorlanır. Kömür ya ithalat yoluyla çoğunlukla İngiltere'den sağlanmakta ya da Zonguldak'tan gemilerle getirilmektedir. I.Dünya Savaşı dolayısı ile Çanakkale Boğazı kapanıp ithalat imkanı kalmayıp, Zonguldak'tan gelen gemiler Rus savaş gemi ve denizaltıları tarafından batırılınca İstanbul kömürsüz kalır. Asker sevkiyatı ve İstanbul şehir hatları (Şirket-i Hayriye) için kullanılan gemiler ile İstanbul'a elektrik sağlayan Silahtarağa Termik Santrali (Bugünkü Santral İstanbul) için kömüre ihtiyaç vardır.

Karadeniz kıyılarında Kilyos-Çiftalan mevkiinde bulunan linyit'in taşkömürü ile belli bir oranda karıştırılıp kullanılabileceği anlaşılınca, Silahtarağa Santrali (Haliç'in ucu, Kağıthane) ile Çiftalan arasına bir demiryolu döşenmesine karar verilir. Bu hat sahra hattı ya da dekomvil denilen ray aralığı 60 cm olan dar bir hattır. Enver Paşa yapımı ile bizzat ilgilenir ve hat 1914-1916 arasında 1,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanır.


Kilometre taşı

Savaştan bir süre sonra askeri amaçlarla kullanımına devam edilir. 1950'lerde ise hat tamamen sökülür ve unutulur. 1999'da tesadüf eseri fotoğraflarından yola çıkılarak hat güzergahı yeniden keşfedilir. Bir kaç parça ray ile kilometre taşları bulunur, bunlar şu an Kağıthane Belediyesi bahçesinde sergilenmektedir.

Raylar


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.