11 Mart 2007 Pazar

Kadim Zamanlar


Kadim : (Arapça, sıfat) Çok eski, başlangıcı olmayan ya da başlangıcı geçmişin derinliklerinde kaybolmuş olan.

Bir medeniyetin kendi kendini yok edebilecek düzeye gelmesi için 10.000 yıl verirsek –bu artık ozonu delerek mi olur, zincirleme çekirdek reaksiyonunun önüne geçemeyerek mi olur, gökyüzünü CO2 kaplayıp küreyi fırınlayıp tufanlar yaratarak mı olur, laboratuarda üretilip kontrol edilemeyen bir virüsün yarattığı pandemi ile mi olur, üremek zor geldiği için soyun kuruması ile mi olur, her ne ise– hayalgücü geniş bazı insanlar 200.000 yıl önce homo sapiens’in görünmesinden bu yana en az üç beş medeniyetin kurulup yıkılması için yeterli zaman bulunduğunu düşünmüşlerdir. Bu medeniyetlere ait arkeolojik buluntuya rastlanmamasını ise bu uygarlıkların artık var olmayan batmış –belki de birbirlerini batırmış– kıtalarda yaşamalarına bağlarlar. Bu medeniyetlerin izlerini yazılı kayıtlarda bulmak çok zor olduğu için belki de efsanelerde aramak gerekir.

Battığı savlanan kıtalardan biri Mu diğeri Atlantis’tir. Uygur, Mısır ve Mayalar’ın ilk Mu kolonileri oldukları Keltler’in, İskitler’in de bunların torunları olduğu söylenir. Kayıp kıta Mu ile Mustafa Kemal Atatürk de Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden ilgilenmiş, araştırma yapmaları için tarihçileri dünyanın değişik bölgelerine göndermiştir (daha sonra konunun detaylarına bakacağız).

Kayıp Kıta Mu
Günümüzden 100.000 yıl önce Pasifik’te manevi yönleri çok güçlü bir uygarlığın yaşadığı savlanır. Levha tektoniği kanunlarına göre böyle bir kıtanın varlığı pek mümkün görünmese de J. Churchward günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adaların bu kıtanın kalıntıları olduğunu ileri sürmüştür.



Siyah, esmer, kızıl ve sarı olmak üzere dört ırktan oluştuğu düşünülen Mu insanlarının yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı. Bu, bana Babil Kulesinin hikayesini hatırlatır:

Babilliler tanrıya daha yakın olmak için bir kule yapmaya karar verirler. Kule yükseldikçe yükselir, yükseldikçe yükselir, Babilliler tanrıyı unutup kendi yaptıklarıyla böbürlenmeye başlarlar. Tanrı, bunlara öyle bir ceza vereyim ki bir daha biraraya gelemesinler der ve o zamana kadar hepsi aynı dili konuşurken, farklı diller konuşan gruplara böler onları.

Kimbilir, belki de Mu kıtası insanları birbirlerini anlayamadıkları için medeniyetleri entellektüel bir çöküş yaşamıştır.

Babil Kulesi

Kayıp Kıta Atlantis
Günümüzden 70.000 yıl önceye tarihlenen diğer kayıp kıta Atlantis ise Platon’un notlarına göre Atlantik Okyanusu’ndaydı. Günümüzde Atlantis’in yeri konusunda değişik fikirler vardır, bunlardan bizi ilgilendirebilecek iddialardan biri, Truva'nın aslında Atlantis olduğu, diğeri ise Kıbrıs ve Suriye arasında sular altında kalan bir kara parçasının Atlantis olduğu ve Antakya’nın bu medeniyetin bir parçası olduğudur.

Teozofların kadim bilgilere dayandırdıkları iddialara göre insan soyu “7 kök soy” denen bir gelişim süreci yaşamaktadır ve günümüz insanlığı şu an 5. kök soydadır.

1- Esîrî alemdeki birinci kök soy: Dünyadaki ısı çok yüksek olduğu için maddeden oluşmayan ruhani varlıklar
2- Hyperborea’daki ikinci kök soy: Dünya ısısının azalmasıyla tekamül edip maddeye dönüşen dev boyutlardaki tek cinsiyetli varlıklar
3- Lemurya’daki (Mu kıtası) üçüncü kök soy: Bildiğimiz insan formundaki çift cinsiyetli günümüz insanına göre oldukça iri, zihinsel yetenekleri gelişmiş olan varlıklar
4- Atlantis’teki dördüncü kök soy: Mu insanlarına göre psişik yetenekleri daha yüksek, kullandıkları sözcükler majik (büyülü) etkilere sahip olan (sözlerle bitkilerin büyümelerini hızlandırıp, vahşi hayvanları evcilleştirilebiliyorlardı) insanlar
5-Beşinci kök soy (günümüz insanı) : Dördüncü kök soyda mantığın ilerlemesi ile hesaplama, sentezleme, adalet yetileri gelişmiş ancak psişik yetenekler körelmiştir. Bu soy son zamanlarını yaşamaktadır.
6- Altıncı Kök soy : Günümüz insanları Mu ve Atlantis medeniyetindeki sezgisel yeteneklere yeniden kavuşacaklardır.
7- Yedinci kök soy: İnsan evriminin son ve en üst noktasını oluşturacaktır.

Kadim zamanlara ait belgelerin de bulunduğu İskenderiye Kitaplığı yok olmasaydı, belki de o zamanlar hakkında şimdi daha çok şey biliyor olacaktık. İskenderiye Kitaplığı, İ.Ö. 1. yüzyılda Julius Sezar tarafından, İskenderiye'yi kuşattığı sırada mı, yoksa, İ.S. 4. yüzyılda İskenderiye'de puta tapanların çokluğuna bozulan Hristiyan İmparator I. Theodosius tarafından mı ya da İ.S. 7 yüzyılda İslam Halifesi Hz. Ömer’in emriyle Mısır Fatihi Amr İbnül-As tarafından 'Bu kitaplardaki bilgiler Kuran'a aykırı ise haramdır, Kuran'da yazanlarla aynıysa gereksizdir' diyerek mi yok edildi bilinmiyor. Belki de hepsi bir kenarından yakabildiğini yaktı ya da kadim zamanlara ait bilgilerin yok olmasının suçunu birbirlerinin üzerine atmaya çalışıyorlar.

Biz Kadim Türkler
Cumhuriyet’in ilk yılları, Osmanlı’yı hem akıllardan hem gönüllerden silmek adına “Türk Tarih Tezi” oluşturma peşinde geçti. Mustafa Kemal Atatürk, 1934 tarihinde Türkiye’yi ziyaret eden İsveç veliahtı Gustav Adolf şerefine verdiği yemekte şu şekilde biten bir konuşma yapmıştı:
“...avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: baysal utkusu.”

Konuşmayı İngilizce’sinden izleyen Gustav Adolf’ten başka anlayan olmamıştı. Böyle gitmeyeceği anlaşılınca "Güneş Dil Teorisi" ne geçildi, böylece diğer dillerden alınan kelimeler yabancı sayılmayacaktı, çünkü teori bütün dillerin Türkçe’den türediğini savunuyordu.

Kayıp kıta fikirlerinin sahibi James Churcward’ın kitapları Türkçe’ye çevrilince bir heyecan yaşandı. Çünkü Uygurlar’ın aslında Mu medeniyetinin devamı olduğu dolayısı ile Türkler’in anavatanın Mu olduğu fikri tam da Türkler’e alternatif ve ulusçu bir resmi tarih yazma aşamasında imdada koşmuştu. Mustafa Kemal Atatürk, Maya kültürü bağlantısını araştırması için tarihçi Tahsin Mayatepek’i Meksika’ya büyükelçi olarak atadı. Tahsin Bey eli boş dönmedi, Maya dilinde “tepe” anlamına gelen “tepek” sözcüğünü ve başka kültürel bağlantılar bulmuştu. Tahsin Bey’in soyadı “Mayatepek” buradan kaynaklanmaktadır.

ORHUN YAZITLARI ve RUNİK ALFABE
Türk’ler, daha doğrusu Öntürk’ler tarafından oluşturulduğu tahmin edilen en eski uygarlığın tarihi M.Ö 4500’e kadar gider (Anav Kültürü). Bunu MÖ. 3000 ile MÖ. 1700 yılları arasında tarihlenen Afanasyevo Kültürü ve MÖ. 1700 ile MÖ. 1200 yıllarına tarihlenen Andronova Kültürü ve MÖ 1200- MÖ 700 yıllarına tarihlenen Karasuk Kültürü takip eder. “Türk” kelimesine yazılı olarak ilk defa Göktürk’lerin M.S. 8. yüzyılda diktikleri Orhun-Yenisey Yazıtlarında rastlanır.

Futhark ve Göktürk alfabelerinin karşılaştırılması
Futhark ve Göktürk alfabelerinin karşılaştırılması


Otodidakt tarihçi Turgay Kürüm bir gün, Orhun yazıtları üzerindeki alfabe ile Vikingler’in Rün ya da Futhark diye bilinen ve o güne kadar okunamamış, okunamadığı için de majik anlamlar yüklenen alfabesi arasında bir ilişki kurar. İsveç’te bulanan Kylver Kayası, Mojbro Kayası ve Istaby Kayası üzerindeki Runik yazıları Göktürk sesleri ile okuduğunda bugünün Türkçesi ile anlamlı görünen ifadeler ortaya çıkar. Bunlardan en ilginci üzerine köpek ve şaha kalkmış bir at üzerindeki savaşçı figürleri kazınmış Möjbro taşı üzerindeki yazının tercümesidir:
gopek yik op ke kelkic ikin ekgök göksüpek desinkic
Günümüz Türkçesi ile:
köpek iyi hucuma kalksın -saldırsın- ikisinede "ekgök" gözüpek desin

Möjbro taşı
Möjbro taşı


Turgay Kürüm, ilk altı harfi F-U-T-H-A-R-K olduğu için Futhark diye anılan alfabenin önce Orta Asya’daki Türkler tarafından kullanıldığı, ipek yolu vasıtası ile Hazar Denizi’nin kuzeyinde yaşayan İskitler’e onlardan da Gotlar’a geçtiği bu şekilde İskandinavya’ya kadar gittiğini öne sürmektedir. Bir Öntürk araştırmacısı olan Kazım Mirşan’ın da benzer savları bulunmaktadır.

AZ BİLİNEN ÖNTÜRK ESERLERİ

Altın Elbiseli Adam
Türkler’e ait en eski yazılı eserlerin Orhun anıtları olduğu zannedilirken, 1970’te Kazakistan Almatı’da M.Ö. 4-5 yüzyıllarına tarihlenen bir Saka İskit Türk Tiginine ait mezar bulundu. Mezardan, tamamı altından yapılmış bir elbise ile üzerinde runik bir yazı bulunan bir gümüş tas çıkarıldı. Sovyet tarihçiler yazıyı şu şekilde tercüme etti: "Tigin 23'ünde öldü. Esik halkının başı sağ olsun." Bu buluntu, runik yazının ilk olarak Orta Asya'da Türkler tarafından kullanıldığı fikrini desteklemektedir.

Çin Piramitleri
Çin Piramitleri, Beyaz Piramit


Çin Piramitleri
Kazım Mirşan, M.Ö. 2500 yıllarında inşa edildiği sanılan Çin piramitlerinin Öntürk’lere ait olduğunu öne sürmektedir. Bu piramitlerden en büyüğü resimde görülen “Beyaz Piramit” tir.

Tötö Kanalı
Orta Asya'da, Fergana Vadisi'nde Göktürkler tarafından yapılmış olan bir sulama kanalı olan Tötö Kanalı ilk yapıldığında 35 km. imiş. Kaynaklar, bugün 10 km’si ayakta olan kanalın 1935'den beri Ruslar tarafından sulama amaçlı olarak kullanıldığını belirtiyor.


Yazının devamı

Orta Asya'dan gelenler kimlerdi?


Gelin size 80 bin yıllık bir masal anlatayım, yalnız biraz sabır ve dikkat gerektiriyor. Bu yazıda "Kadim Zamanlar" yazısında bahsettiğimiz efsaneler ve henüz kanıtlanamamış bazı tezlerle, günümüz genetik çalışmaları arasında bağlantılar olup olmadığına bakacağız.

Göçler ve mutasyonlar sonucunda insan topluluklarında gen havuzlarının oluştuğundan ve bunlara haplogroup dendiğinden “Daha fazla genetik” yazısında bahsetmiştik. Şimdi babadan oğula aktarılan Y kromozumuna (Y-DNA) ait haplogroup’ların izini “Biz Kadim Türkler” için birlikte süreceğiz.

İnsan genomu içinde SNP (Single Nucleotide Polymorphism) adı verilen ve DNA’nın belli yerlerinde bulunan bazı işaretler vardır. SNP’lerin DNA’nızda bulunup bulunmaması sizi belli haplogrup’ların içine dahil eder. Gözümüzde canlanması için Avrupa’daki Y-DNA haplogroup dağılımını hatırlayalım:

AVRUPA Y-DNA Haplogroup dağılımı


Adli tıpta DNA’dan kimlik tespiti yapmak için veya babalık testlerinde STR (Short Tandem Repeat) denilen marker’lardan faydalanılır. Her bir soyun (ailenin) marker’ları parmak izi gibi benzersizdir ve haplotype olarak tanımlanır. Haplotype bu yazının konusu dışında kaldığından daha fazla detaya girmeyip haplogroup’lar üzerine yoğunlaşalım.

Zamanla genom içinde yeni SNP’ler dolayısı ile yeni haplogroup’lar oluşmuştur. Farz-ı misal, bir “aa” SNP’sine sahip genom, mutasyonlarla yanına yeni “bb” SNP’sinin eklenmesiyle “aa+bb” SNP’lerine sahip olur. “aa” marker’ının haplogroup’una -yine örnek olarak isimlendiriyorum- “P” denirken “aa+bb” marker’larına sahip haplogroup’a “Q” denir. “Q”, “P” ye göre tekamül etmiştir, yani aslında içinde “P” yi de barındırmaktadır. Aşağıdaki tablo Haplogroup’ların gelişimini ve birbirleriyle olan ilişkilerini göstermektedir:


Y-DNA Haplogroup’ları
Y-DNA Haplogroup’ları


Bugün Afrika dışında yaşayan tüm insanlarda M168 SNP’si vardır. Avrasya yolculuğunda Adem babamızın DNA’sına eklenen ilk SNP M168’dir. 80.000 yıl önceki göç yolu aşağıdaki haritada görülmektedir:


M168 - Afrika dışında yaşayan tüm insanlarda bulunan SNP
M168 - Afrika dışında yaşayan tüm insanlarda bulunan SNP


45.000 yıl önce ortaya çıkan M168’e M89’un eklenmesiyle F haplogroup’u ortaya çıkmıştır. F haplogroup’una sahip atalarımız iklim şartlarının zorlaması ile Ortadoğu’ya doğru ilerlerler:


M89 – Haplogroup F
M89 – Haplogroup F


40.000 yıl önce F haplogroup’una M9 SNP’sinin eklenmesiyle K haplogroup’u ortaya çıkar. Asya’nın içlerine doğru ilerleyen atalarımızın karşısına Himalayalar çıkınca göç yolu 3 kola ayrılır:


M9 – Haplogroup K
M9 – Haplogroup K


Aşağıya inen kol Hint Yarımadası’na (Haplogroup L) , Himalayalar’ı aşan kol Çin’e (Haplogroup O) ve Melanesia/İndonezya/Micronesia’ya (Haplogroup M) yerleşir. Haplogroup O ve M’ye daha sonra tekrar döneceğiz. 2 ayrı kol ise kuzeye yönelir, biri İskandinavya’ya doğru (Haplogroup N), diğeri Orta Asya’nın içine doğru (Haplogroup P). İskandinavya’ya doğru yönelen kolu da daha sonra inceleyeceğiz. Bizi ilgilendiren kolun (Haplogroup P) göç yolunu takip etmeye devam edelim. Haplogroup P Baykal Gölü’ne, Orta Asya’nın içlerine doğru ilerler:


M45 – Haplogroup P
M45 – Haplogroup P


30.000 yıl önce bir grup yönünü batıya, Avrupa’ya çevirir:


M207 – Haplogroup R
M207 – Haplogroup R


R1 ve R1b haplogroup’unu oluşturan insan toplulukları Avrupa’nın içlerine doğru ilerler. İklim koşullarına uyum sağlamadaki başarıları, sofistike avlanma yöntemleri karşılarına çıkan Neanderthal’ler için bir şanssızlık olur ve evrim ağacından silinirler.


M173 - Haplogroup R1
M173 - Haplogroup R1


R1b haplogroup’u Cro Magnon denen insan tipini oluşturmaktadır. Mağara duvarlarına yapılan ilk resimler onların eseridir. Günümüzden 20.000 yıl önce başlayan buzul çağı bu insanları güneye inmeye zorlar yani İspanya, İtalya ve Balkanlar’a.


M343 – Haplogroup R1b
M343 – Haplogroup R1b


Mübadele
Bu araştırmalara başlama sebebim yaptırdığım DNA testine göre R1b haplogroup’una sahip olmamdı. Her iki dedemin ve her iki büyükannemin 1923’te yaşanan mübadele ile Balkanlar’dan geldiklerini biliyordum. 80.000 yıl önce Afrika’dan başlayan bu yolculuk 20.000 yıl önce soğuktan korunmak için Balkanlar’a inerek mi devam etmişti? Ardından da mübadele ile Anadolu’ya mı acaba?

Orta Asya'dan gelenler
Peki 1.000 – 1.500 yıl önce Orta Asya’dan Anadolu’ya at üstünde gelen Türkler kimlerdi, haplogroup’ları ne olabilir? Gelin “Kadim Zamanlar” da andığımız efsane ve tezlere bir göz atalım:

Kayıp kıta Mu:
Haplogroup K’dan ayrılan bir kol Melanesia/İndonezya/Micronesia’ya (Haplogroup M) yerleşti demiştik. J. Churchward, Melanesia, Micronesia ve Polinesia adalarının kayıp kıta Mu’nun kalıntıları olduğunu ve Uygurlar’ın Kayıp Kıta Mu’nun kolonisi olduğunu düşünüyordu.


M4 – Haplogroup M
M4 – Haplogroup M


Futhark/Rün Alfabesi:
Turgay Kürüm, İsveç’te bulunan kayaların üzerindeki Futhark alfabesi ile Göktürkler’in Orhun yazıtları üzerindeki alfabe arasında bir ilişki kurmuş bu alfabenin ilk önce Türkler tarafından kullanıldığını ileri sürmüştü. Haplogroup K’dan ayrılan, haplogroup N kolunun İskandinavya’ya yerleştiği biliniyor. Ayrıca haplogroup R’den bazı insan toplulukları buzul çağının sona ermesi ile Avrupa’nın kuzeyine doğru yayılmışlardır.


LLY22G – Haplogroup N
LLY22G – Haplogroup N


Maya kültürü ve Türk kültürü arasındaki benzerlikler
Tahsin Mayatepek’in Maya kültürü ve Türk kültürü arasında kurduğu ilişkiler, Maya dili ile Türkçe’de bulduğu ortak kelimeler, Kuzey ve Orta Amerika yerlilerinin kilim motifleri ile Anadolu kilim motifleri arasındaki benzerlikler, Amerika kıtasında yaşayan yerli halkın genomunun büyük kısmının haplogroup P’den ayrılmış haplogroup Q’dan oluşması


M242 – Haplogroup Q
M242 – Haplogroup Q


Kayıp Kıta Mu Efsanesi, Futhark Alfabesi ve Maya bağlantısı, bana Orta Asya’dan gelen Türkler’in
Haplogroup K->P->R zincirinin bir yerlerinde olabileceğini düşündürüyor. Anadolu’da haplogroup P’ye pek rastlanmadığından analiz dışında tutuyorum.

Haplogroup R
Günümüz Türkiye’si çoz zengin bir genom çeşitliliğine sahip, en kalabalık gruplardan biri olan haplogroup R bile ancak %20’lik bir orana sahip. Bunların büyük bir kısmının mübadele ile Balkanlar’dan taşındığını düşünüyorum, ancak bir kısmının Orta Asya’dan gelmiş olma ihtimali var.

Haplogroup K
Kazım Mirşan’ın tezlerinden biri olan Etrüskler’in Türk olduğu tezi ile İtalya’da yaşayan bir grup insanın haplogroup K olduğunu da düşünürseniz Orta Asya’dan gelen Türkler’in haplogroup K’ya mensup olma ihtimalleri de vardır bence. Ayrıca Türk ve İtalyan kuruluş efsanelerinin ortak temalar barındırdığını hatırlayalım. Türkleri Ergenekon'dan çıkaran da (Asena) Roma'nın kurucuları Romus ve Romulüs kardeşleri sütüyle besleyen de bir dişi kurttur.

Anadolu’da Orta Asya’dan gelen Türk geni baskın değil belki ama birlikte taşınan Türk kültürü bu topraklara hakim olmuş çünkü Türk kültürünün önemli özelliği karşılaştığı diğer kültürleri reddetmemesi eklektik bir şekilde onları da içine katarak zenginleşmesi hakimiyet kurması. Kimilerinin savunduğu gibi saf bir Türklük yok, Türklük gerçekten bir üst kimlik. Ayrıca dileyen buna Türkiyelilik de diyebilir, bir farkı yoktur.

Unutmayalım ki yaşadığımız topraklar bize mensup olduğumuz ırk yüzünden ekmek vermiyor. Aşık Veysel’in andığı gibi, kara toprak;
...
Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır..

Adem'den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır..


Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tirnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yarim kara topraktır..

İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir cekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır..
...

Kaynak
National Geographic, The Genographic Project


Yazının devamı

İngilizler neden kaybetmezler

J.G.Bennett
John G.Bennett


Nokta Dergisi ve BirGün gazetesi resmi tarih bozar yazarı Ümit Bayazoğlu geçenlerde John Godolphin Bennett'ı gündeme taşıdı. J.G. Bennett (1897-1974), İngiliz matematikçi, istihbaratçı, spiritualist ve bir derviş. Dervişliği istihbaratçı kimliğinin bir parçası olabilir diyor Bayazoğlu, nitekim İngiliz’lerin İstanbul’daki bazı tekke ve dergahlardan istihbarat satın aldığı biliniyor, ilerde bundan daha detaylı bahsedeceğim. Ermeniler’den aldığı yardım karşılığında İttihatçılarla işbirliği yapan Ermeniler’in kendi içlerinde temizliğine de göz yummuş kendisi.


J.G.Bennett, I. Dünya Savaşı sonunda İngilizler’in İstanbul’u işgali sırasında yüksek dereceli bir istihbarat uzmanı olarak görev yapar. Mustafa Kemal Samsun’a gitmek için Vahdettin’den olur aldıktan sonra Bandırma Vapuru ile İstanbul Boğazı'ndan çıkarken, İngiliz yetkililer tarafından durdurulup vizelerinin sahte olup olmadığı kontrol edilir. Boğazın kuzeyinden sorumlu olan J.G. Bennett durumdan işkillenir. Gemide Mustafa Kemal’den başka çok sayıda general vardır. Gemiyi beklemeye alarak durumu üstlerine bildirir. Teyit için Vahdettin’e ulaşılır ve problem olmadığı, geminin geçişine izin verebileceği Bennett’a bildirilir.

Daha sonra Samsun yolculuğu hakkında bazı spekülasyonlar yapılmıştır. Bandırma Gemisi Karadeniz'e pek çıkmamakla birlikte geminin kaptanı İsmail Hakkı Durusu tecrübeli ve Karadeniz'i çok iyi tanıyan, 21 yıllık kaptanlığının 5 yılında Karadeniz' de çalışmış Hindistan ve Uzak Doğuya kadar gitmiş bir kaptandır. İsmail Hakkı Kaptan’ın acemi olduğu, gemide sadece bir pusulanın bulunduğu ve bu pusulanın da bozuk olduğu söylentileri üzerine İsmail Hakkı Durusu 1930' lar da verdiği beyanlarda, Karadeniz' de 5 yıl çalıştığını, gemide iki adet iyi şekilde çalışan pusulalarının olduğunu ve kıyı şeridini takip etmelerinin tamamıyla Mustafa Kemal’in emri olduğunu açıklamıştır. (bkz)

J.G.Bennett başta Özbekler Tekkesi olmak üzere, tasavvufu öğrenmek kisvesi altında bazı dergahlarla ilişki içine girer. Abdurrahman Dilipak, dergahın Şeyhi Süleyman Efendi’nin konuk olarak dergaha gelen kişilerden topladığı istihbaratı İngiliz Büyükelçisi Henry Layard'a sattığını yazıyor (bkz). Özbekler tekkesinin bir başka özelliği Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya geçmek isteyenlere yardım edilen bir merkez olması. Son şeyhlerinin, İttihatçıların Kurtuluş mücadelesi için kurdukları Karakol cemiyetine duhûl ettiği, cemiyetin Anadolu’ya silah kaçırmak gibi faaliyetleri de biliniyor. Karakol Enver Paşa’ya bağlılıkları nedeniyle pek kabul görmüyor daha sonra Mustafa Kemal tarafından dağıtılıyor.

Konuya dönersek, J.G. Bennett yıllar sonra İstanbul’a ziyarete geldiğinde doğru Özbekler Tekkesi’ni ziyarete gidiyor. İlginç olan başka bir konu, Özbekler tekkelerinden birinin Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Sabetay mezarlığı üzerinde kurulmuş olması (bkz). Sabetaycıların döndükten sonra eksikliğini hissettikleri kabala gizemciliğini bazı nakşî dergahlara sızarak tatmin ettikleri biliniyor. Özbekler Tekkesi’nin son gündeme gelişi Ahmet Ertegün’ün buraya gömülmesi ile oldu.

Eklemleyeceğim başka bir konu ise inan6666’nın kaleme aldığı büyücü peygamber Aleister Crowley’nin Altın Şafak Hermetik Cemiyeti’ne girdiği sıra Allen Bennett adlı birinden spiritualizm işinin ilmini öğrenmek için dersler alması. İki Bennett arasında fizikötesi konulara duydukları ilgiden başka bir bağ bulamadım (bulan olursa yazsın). Tabi bir de Aleister Crowley’nin kendi oğluna Atatürk adını vermiş olması var. Son bir ilginç rastlantı inan6666’nın anlattığı üzere Ahmet Ertegün’ün meşhur ettiği Led Zeppelin’in Aliester Crowley merakı!


"A" ya dikkat


Bennett’in adının John G. olması bir Otnemem hastası olarak son dikkat çekeceğim nokta.

İngilizler neden kaybetmezler? Çünkü İngilizler yarıştaki bütün atlara oynarlar.


Yazının devamı

Dünyanın Utanç Gemisi, Voyage of the St. Louis




13 Mayıs 1939'da St.Louis transatlantiği 937 yolcusu ile Hamburg-Almanya'dan Havana-Küba'ya doğru yola çıktı. Nihai hedefleri Birleşik Devletler'e girmekti. Geminin yolcuları, Nazi Almanya'sı tarafından soyup soğana çevrildikten sonra ellerine turist vizesi tutuşturulan yahudilerdi. Hiçbirinin geri dönmeye niyeti yoktu ama şirketin kuralları gereği hepsi gidiş-dönüş bileti almak zorunda kalmıştı. Almanya'ya bir daha geri dönmemek koşuluyla toplama kamplarından salıverilen yahudiler bile gidiş-dönüş bilet ücreti ödemişti.

Gemi 2 hafta sonra, 27 Mayıs'ta Havana gümrüğüne vardı. Küba, mültecilerden yeteri kadar para kazanmayacaksa onları almaya yanaşmıyordu. Adam başına 150$'la başlayan pazarlık 500$'a kadar çıktı ama Küba toplam 1 milyon $ talep ediyordu.

Küba ile uzlaşma olmayınca gemi Miami'ye doğru hareket etti, yolcuların Birleşik Devletler'e giriş izinleri vardı ama Birleşik Devletler'deki işsizlik ve diğer ekonomik sorunlar geminin karşına sahil koruma destroyeri olarak çıktı ve geminin Birleşik Devletler'e girişi engellendi.

Geminin kaptanına Hamburg'tan gelen direktif yolcuları hangi ülke kabul ederse oraya bırakabileceği yönündeydi. Dominik Cumhuriyeti, Venezüella, Ekvador, Şili, Kolombiya, Paraguay ve Arjantin'e sırayla başvuruldu. Hepsi de gemiyi geri çevirdi. Bu arada tüm dünya medyası olayı takip ediyordu. Gemiye "Dünyanın Utanç Gemisi" adı takılmıştı.

Gemi geriye, Avrupa'ya doğru yöneldi. Almanya, yahudileri kimse kabul etmezse onları geri alabileceğini açıkladı. Ama aldığında kimsenin istemediği yahudilere ne yapacağına kimsenin karışma hakkı da olmayacaktı artık.

Yolcular umutlarını kaybetmek üzereyken Belçika, Hollanda, İngiltere ve Fransa, mültecileri kabul edeceğini açıkladı, 17 Haziran'da, 1 aydan fazla denizde kaldıktan sonra ilk ayrıldıkları limandan 500 km kadar uzaktaki Antwerp limanında karaya indiler.

1 Eylül'de II. Dünya Savaşı başladı. 937 yolcu savaş boyunca Nazi işgali altındaki Avrupa yahudilerinin kaderini paylaştı.
250'sinin öldüğü tahmin ediliyor.

NOT: Olaylar gerçektir, Julian Barnes'ın "10 Buçuk Bölümde Dünya Tarihi" adlı kitabındaki bir öykü'den özetlenmiştir.


Yazının devamı

Şişli'de başlayıp Şişli de biten bir hikaye

Eğilmektense kırılmayı tercih eden mert bir insandı Hırant Dink. Şişli’de gazetesinin önünde, Ermeni kaynaklarına göre 1,5 milyon + 1, Türk kaynaklarına göre 400 bin + 1 inci kurban oldu. 1877 yılında Büyük Ermenistan ideali ile kurulan Marksist Hınçak (Çan) örgütüne kadar Türk ve Ermeni halkları Osmanlı içinde barış içinde yaşadılar. Osmanlı’da devlete yaptıkları katkılar nedeniyle Ermeni halkına “Milleti Sadıka” denirdi. Bu katkıyı sağlayanlardan biri de, Baba HAMPARSUM LİMONCİYAN’dı.

HAMPARSUM LİMONCİYAN (1768–1839), Dede Efendi’den müzik dersleri almış, eserlerini III. Selim’e sunma başarısı göstermiş üstün bir müzisyendir. Gregoryen Ermeni kilise müziğini Bizans etkisinden arındırmakla kalmamış, Ermeni alfabesinin harflerini kullanarak yarattığı, düz beyaz kağıda yazılan nota sistemi ile çok sayıda Türk üstada ait peşrev ve saz semâisinin kayda alınarak unutulmaktan kurtarılmasını sağlamıştır. Hamparsum notası olarak bugün de hala bilinen nota sistemi, Donizetti Paşa (1788-1856) modern batı nota sistemini tanıtana ve 1886 yılında "Nota Muallimi" adıyla yayınladığı kitapla Notacı Hacı Emin Efendi (1845-1907) tarafından modern sistemin yaygınlaşmasına dek kullanılmıştır. Hamparsum nota sistemi http://www.hamparsum.net adresinde detaylarıyla anlatılmaktadır, burada yazılı ve sesli örnekler de bulmak mümkündür.

Kendi yarattığı bir çeşit ebced nota sistemiyle Türk müziği eserlerini “Kantemiroğlu Edvarı” adlı kitapta toplayarak bunların unutulmamasını sağlayan bir başka frenk evladı ise Romen asıllı Boğdan Beyi Dimitri Kantemiroğlu’dur (Dimitrie Cantemir) (1673 - 1723). Hazırladığı kitap II. Ahmet’e sunulmuştur.

Burada bahsi geçen klasik Türk müziğinde kullanılan nota sistemlerinin daha detaylı bir tarihçesine http://www.turkmusikisi.com/nota/tarihce/tarihce.htm adresinden ulaşılabilir.

Babası Boğdan Beyi olunca Dimitrie Cantemir usûl gereği rehine olarak İstanbul’a saraya gönderilmiş, öncesinde memleketinde iyi eğitim görmüş bir entellektüeldir. İstanbul’daki günlerinde Rum Ortodoks Patrikhanesindeki akademide antik Yunan ve Latin kültürüyle Bizans ağırlıklı Ortodoks kültürünü, Enderunda ise Osmanlıca, Farsça ve Arapça dillerini öğrenir, Osmanlı’yı bağırsaklarına kadar tahlil eder. 1693 yılında babasının yerine Boğdan beyliğine getirilir ancak kendisine güvenilmediği için 1710’a kadar ülkesine dönemez. Ve fakat, ülkesine döner dönmez yaptığı ilk iş Rus Çarı Deli Petro’ya bağlılığını bildirmek olmuştur. 1711’de Baltacı Mehmet Paşa Prut savaşında Ruslar'ı bozguna uğratınca Kantemir de Rusya’ya kaçar.

Kantemiroğlu Rusya’da Latince bir kitap hazırlar, bu kitap Avrupa devletlerine Türkler'i yenilgiye uğratmak için hayati önem taşıyan siyasal ve askeri bilgiler içermektedir ve Avrupa krallarının başucu kitabı haline gelir. Osmanlı ve Türkler hakkında batıda oluşan önyargıların temelini de bu kitabın attığı söylenir.

Yer: Şişli Maçka Parkı. Yıl: 2003

Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, 2003 yılında Romanya Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı bir törenle Maçka Parkı’na Dimitrie Cantemir ‘in bir büstünü diker, parkın adını da “Maçka - Dimitrie Cantemir Parkı" yapar.

“Ne var bunda?” değil mi, ya da “Ne alakası var?”

Mustafa Sarıgül 1992’de olaylı Şişli ilçe kongresinden sonra SHP’den ihraç edilince Romanya’ya gider. Burada fırıncılığa başlar, 3 ekmek fabrikası kurar, bir kaç yıl sonra bunları satarak Türkiye’ye döner. Şu an Şişli Belediye başkanlığı görevini yürütmektedir.

Hikaye Şişli'de başlar Şişli'de biter.


Yazının devamı

Bir küresel ısınma hikayesi: Tufan




Kutsal kitaplar, yani bilginin kutsanması bugün yaşadığımız bilgi ve teknoloji devriminin habercisidir. Bilgi çağı Sümerler'in çivi yazısını icat etmesi ile başlamıştır.

Gılgamış Destanı, Yaratılış ve Tufan hikayeleri Sümerler'den günümüze ulaşmış 4,000 yıllık "hayatta kalma kılavuzları"dır. Bir küresel ısınma sonrası buzulların eriyip denizlerin yükselmesi ile Karadeniz çukurunun sularla dolması sonrasında bu yörede yaşayan insanların hayatta kalma savaşını anlatır Sümerler'in Tufan hikayesi.

Tanrı Ea (Enki), tanrılar kurulunun kararına rağmen, Ut-Napiştim'i kurtarmak için düşüne girerek bir gemi yapmasını fısıldar ona. Ut-Napiştim, yaptığı geminin içine karısını, çocuklarını, işçilerini, hayvanlarını ve tohumlarını doldurur.

Tufan başladıktan yedi gün sonra fırtına kesilir. Ut-Napiştim, önce bir güvercin salıverir, güvercin geri gelir. Ertesi gün bir kırlangıç salıverir, o da geri gelir. Üçüncü gün bir karga salıverir, karga geri gelmeyince, gemisini durdurur ve gemisinin konduğu dağın doruğunda tanrılara bir kurban keser. Böylece Tanrılarla bir anlaşmaya (ahit) varmıştır Ut-Napiştim, vazifesini yapmasının karşılığında karısı ve kendisi için ölümsüzlük elde eder. Sonraları ölümsüzlüğün sırrını Kral Gılgamış'a da verir amma bir yılan Gılgamış'ın elinden kapar ölümsüzlük otunu.

Eski Ahit ve Kuran'daki Nuh tufanı, Lokman Hekim'in ölümsüzlük iksiri gibi tanıdık hikayelere de kaynaklık ediyor Sümer efsaneleri. Yani kitaplar vazifelerini yapıyorlar, bilgi kuşaktan kuşağa aktarılıyor.

Ve fakat küre yeniden ısınıyor. Bakalım bile bile, göre göre yeniden tufana tutulacak mıyız?


Yazının devamı

Türkiyye (*)




Başarılı Türk askerlerin kölelikten yükselerek Eyyubi yönetimine son vermeleriyle Mısır’da kurulan Memlük (Kölemen) Devleti, Göktürk Devleti’nden sonra isminde Türk kelimesini kullanan ikinci devlet, Türkiyye kelimesini (et Devlet et Türkiyye) kullanan ise ilk devlettir.

Memlükler, Moğolları Ayn Calut’ta (Ayn Calut: Calut’un gözü. Hz.Davut’un, tek gözlü Calut-Goliath adlı devi sapanıyla gözünden vurup yendiği yer) yenilgiye uğratıp, Moğollara ilk yenilgiyi tattıran, Moğol istilasının batıya yayılmasının ve hilafetin yok olmasının önüne geçen, Haçlıları Suriye’den çıkaran, Moğolların önünden kaçan Türkmen’lere kucak açıp toprak veren, Haşhaşi İsmaililer’in kökünü kazıyan efsanevi Türk devletidir aynı zamanda.

1250-1517 arasında 250 yıldan fazla hüküm süren Memlük Devleti, Osmanlı ile rekabet edememiş, Mercidabık ve Ridaniye savaşları ile yok olmuştur. Böylece hilafet de Osmanlı hanedanına geçmiştir.

Şimdi, bu devlet Cumhurbaşkanlığı forsunda yoktur ama Moğollar’ın kurduğu müslümanlığa geçtikten sonra Türk etkisi artan Altın Orda (Altınordu Devleti) burada yer bulmaktadır.

16 Büyük Türk Devleti Nihal Atsız'ın tasnifidir, KKTC girince birini atmışlar bir ara. İmdi bu devletlerin hikayelerine bakarsanız, göreceksiniz ki yarısı diğer yarısını hacamat etmiş, mesela;

Ak-hun'ları Göktürk'ler,
Göktürk'leri Uygurlar,
Karahanlılar'ı Harzemşahlar,
Gazneliler'i Selçuklular,
Selçuklular'ı Harzemşah'lar,
Karakoyunlular'ı Akkoyunlular,
Akkoyunlular'ı Osmanlılar,
Eyyubi'leri Memluk'ler,
Memluk'leri Osmanlılar tarihten silmiş.

Karakoyunlular, Akkoyunlular, Eyyubiler ve Memluk'lar 16 Büyük devleti içinde değiller.


(*) Türkiyye : Türk - iyye, Türk'lükle ilgili


Yazının devamı

Yerli think tank'ler

Think tank: Düşünce tankı, düşünce kuruluşu. Stratejik araştırmalar yapan sivil toplum örgütü (STK).

Türkiye’de mantar misali çoğalan yerli think tank’lardan belli başlılarına bir göz atalım:

ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) http://www.asam.org.tr/ Türkiye’nin en önemli düşünce kuruluşu olarak geçiyor. Ümit Özdağ (2006'da MHP'ye başkan adayı olmak isteyip partiden ihraç edildi) Avrasya Bir Vakfının desteği ile 2001'de ASAM’ı kurup başkan oluyor, 2004'te ayrılıyor. Sonraki başkanı büyükelçi (e) Gündüz Aktan. Şimdiki başkanı ise büyükelçi (e) Faruk Loğoğlu. Kuruluştaki tanıdık isimler : Yönetim kurulu başkanı ve görevden alınan Terörle Mücadele Özel Temsilcisi orgeneral (e) Edip Başer, büyükelçi (e) İnal Batu, büyükelçi (e) Nüzhet Kandemir, AKP’li Mehmet Dülger, petrol mühendisi ve enerji politikaları uzmanı Necdet Pamir, stratejist Ercan Çitlioğlu, Sevin Elekdağ

Avrasya Bir Vakfını Ülker sermayesinin desteklediği söyleniyor. Vakıf 2004’te HaYa'nın eserlerinden faydalanılarak hazırlanan bir konferans düzenleyip, katılımcılara HaYa’nın “Evrim : En Güzel Teori” kitapçığını hediye eder. Yeşil sermaye ile askerin paşa paşa geçindiği nadir kuruluştur.

TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) http://www.tesev.org.tr/ Tanıdık isimler: Başkan Can Paker, başkan yardımcısı İshak Alaton, Etyen Mahçupyan. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, 2 Ekim 2006’daki konuşmasında TESEV’i -isim vermeden- müstevlilerin siyasi emellerine alet olmakla suçlamıştır. TESEV, Soros’tan para aldığını kabul etmektedir, araştırdığı konulara “illa da demokrasi” şeklinde yaklaşır.

USAK (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) http://www.usak.org.uk/ Uluslararası ilişkliler ve güvenlik ağırlıklı çalışmalar yürütmektedir. Onursal başkanı ve kurucusu eski politikacı Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek’tir (DSP’den ayrılıp CHP’den millietvekili adayı olacak muhtemel isimlerden biri), başkanı Sedat Laçiner’dir. USAK Uluslararası Hukuk ve Politika (UHP) adlı bilimsel ve hakemli bir dergi çıkartır. Bu derginin yazı kurulundan tanıdık isimler: Soli Özel, Eser Karakaş, Deniz Ülke Arıboğan, Gündüz Aktan. USAK'ın internet yayını: http://www.usakgundem.com/

TUSAM (Türkiye Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırma Merkezi) http://www.tusam.net/ Türk Metal Sendikası tarafından finanse edilmektedir. Ulusalcı ve milliyetçi bir çizgide ulusal ve uluslararası konularda araştırmalar yapar, özellikle Türk Dünyasını takip eder. Cumhuriyet gazetesi ile ortaklaşa Cumhuriyet Strateji ekini çıkartmaktadır.

Türkiye'deki düşünce kuruluşlarının bir listesini viki’de bulabilirsiniz.


Yazının devamı

Seçim Değil Geçim-I

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) büyüme verileri, her yıl için son 5 yıllar kümüle edildiğinde aşağıdaki grafik elde ediliyor ve 2006 yılında 5 yıl üst üste büyüme rekoru kırıldığı görülüyor.


1968-2006 yılları arasında, sabit (1987) fiyatlar baz alınarak, TÜİK'in üretim yöntemiyle hesapladığı gayri safi milli hasıla (GSMH), ya da Türkçe'si, memlekette üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplam büyüklüğündeki artış veya azalışın yıllara göre kümüle edilmeden değişimi de aşağıdaki grafikte görülüyor:

2007 seçimlerinden önce dikkatler ne kadar laiklik, cumhuriyetin bekaası, terör konularına çekilmek istenirse istensin, geçim oyları topladı.


Seçim Değil Geçim-II


Yazının devamı

Daha fazla genetik


İnsanın yapı taşı olan hücrenin çekirdeğinde kromozom adı verilen ipliksi yapılar bulunmaktadır. Hücre çekirdeği içinde 23 çift, yani 46 adet kromozom bulunur. Her bir kromozom çiftindeki bir kromozom anneden bir kromozom babadan gelir. 23 çift kromozomun 22’sinde vücudumuzla ilgili değişik kodlar saklanırken, geri kalan bir çift kromozom ise cinsiyet bilgimizi saklar.



Cinsiyeti belirleyen kromozom çifti kadınlarda XX, erkeklerde ise XY ile sembolize edilir. Bir kadının yumurtası tek bir X kromozomu barındırır, bu nedenle bir kadın kız olsun erkek olsun, çocuguna X kromozomunu geçirir. Kadın yumurtasını dölleyen sperm ise beraberinde ya X, ya da Y kromozumunu getirdiğinden annenin yumurtasındaki X kromozomunun yanına ya X ya da Y kromozomunu koyar. Sperm X kromozomu taşıyorsa doğan çocuk KIZ (XX), Y kromozomu taşıyorsa doğan çocuk ERKEK (XY) olur. Bu anlamda doğacak çocuğun cinsiyetini baba tayin eder (Halbuki Anadolu’da kız çocuk doğurdu diye nice kadının canı yanmıştır).

Kromozom çiftleri birbirlerinden gen alışverişi yaparlar yani iletişim kurarlar ve karışırlar. Hem annemizden hem babamızdan özellikler taşımamız bu yüzdendir. Erkekteki cinsiyet kromozomları (XY) hariç kromozom çiftleri birbirinin eşidir. Erkekteki Y kromozomu X kromozomuna göre kısa olduğundan X kromozomu ile karışmaz ve olduğu gibi bir sonraki nesle aktarılır. Bu sayede Y kromozumu incelenerek erkek için bir soyun bireylerini kuşaklar boyunca takip etmek mümkündür. Family Tree DNA ve benzeri kurumlar bu kromozom içindeki DNA’nin analizini yapmaktadir (Y-DNA testi). Bu test sadece erkekler için yapılabilmektedir.

Kadın için ise hücre çekirdeği içindeki anne ve babadan gelen XX kromozom çifti birbiri ile karışır, bu nedenle bir soyun incelenmesine imkan vermez. Bunun yerine hücrede bulunan bir diğer yapı olan ve enerji sağlamakla görevli mitokondrinin içinde bulunan DNA kodlarının incelenmesi kadın için de bir soyun takip edilebilmesini sağlar. Mitokondri spermde sadece kuyruk bölgesinde kuyruğu hareket ettirecek enerjiyi sağlamak için bulunur, döllenme sonrasında kuyruk dışarı atıldığından sperm yumurtaya mitokondri taşıyamaz böylece mitokondrideki DNA bilgisi, sadece anneden, hem kız hem erkek çocuğuna geçer. Family Tree DNA ve benzeri kurumlar mitokondri içindeki DNA’nın (mitokondriyal DNA) analizini yapmaktadır (mtDNA testi). Bu test hem kadın hem de erkekler için yapılabilmektedir.
Mitokondri DNA'sı çekirdek DNA'sına göre oldukça küçüktür. Üç milyar bazdan oluşan çekirdek DNA'sı 20-25.000 gen barındırırken, mitokondri genomunda 16.568 baz ve toplam 37 gen bulunur. DNA’lar üreme yoluyla kopyalanarak sonraki kuşaklara aktarılır. Zaman zaman bu kopyalamalar sırasında hatalar olabilmektedir ve DNA bir sonraki nesle aynen taşınamayabilir. Bu kopyalama hatalarına mutasyon denir. mtDNA’in, Y-DNA’e göre kuşaklar arasında daha az değişiklige uğradığı bilinmektedir. Uzun yıllar boyunca meydana gelen mutasyonlar ve göçler sonucu insan toplulukları belli gen gruplarına ayrılmışlardır. Y-DNA ve mtDNA için ayrı ayrı ve harflerle sembolize edilen bu gruplara haplogroup denmektedir.

Türkiye’deki haplogroup’lar üzerine yapılmış bir çalışma olan Cinnioğlu araştırmasına göre Türkiye nüfusunun %94.1’ini oluşturan ve Avrupa bölgesi ile Türkiye’nin yakın doğu’daki komşularıyla paylaşılan major Y-DNA haplogroup’lar şunlardır :
E3b, G, J, I, L, N, K2, R1

Diğer minör haplogroup’lar şöyledir:
C, Q, O (Orta Asya, %3.4)
H, R2 (Hindistan, %1,5)
A, E3*, E3a (Afrika, %1)




Yukardaki grafik başka bir kaynaktan alınmış Avrupa ülkelerindeki Y-DNA çeşitliliğini göstermektedir (Görüldüğü gibi Türkiye tam bir mozaik ya da yeni bir görüşe göre bir ebru, mozaik inatçı bir karışmamayı ebru ise farklılıkların oluşturduğu ahengi, armoniyi temsil ediyor. Anadolu’da Orta Asya’dan gelen Türk geni baskın değil belki ama birlikte taşınan Türk kültürü bu topraklara hakim olmuş çünkü Türk kültürünün önemli özelliği karşılaştığı diğer kültürleri reddetmemesi tam tersine onları da içine katarak zenginleşmesi ve hakimiyet kurması).

Aşağıdaki grafik mtDNA’nın ortaya çıkışı ve dünya üzerindeki yayılmasını gösteriyor. Havva ana ya da Havva analarımızın mtDNA’larına ilk olarak 150.000 yıl kadar önce Afrika’da rastlanmaktadır, 70.000 yıl kadar önce ise Afrika’dan çıkarak dünyaya yayılmıştır. Genetik araştırmalar sanılanın aksine ırkçı sonuçlar doğurmaktan çok dünya üzerinde yaşayan herkesin ortak bir atadan geldiğini başka bir deyişle akraba olduğunu göstermektedir (Gerçi GWBush’un yerinde olsam ben de Bin Ladin’le akraba olduğumu kabul etmek istemezdim).




Yazı için embedded ahkam :

Bir neşteri hastalıklı bir bölgeyi ameliyat etmek için de, hasmınızın karnını deşmek için de kullanabilirsiniz. Nasıl ki endüstri devriminde üretim ve üretim araçları sermayeye ait idiyse, bilgi devriminin yaşandığı günümüzde bilginin üretimi ve dağıtımı yine sermayenin tekelinde (adamlar Matrix'in 2. ve 3. bölümlerini bile satın alıp filmin ruhundaki başkaldırıyı yokettiler). Internet ilk bakışta anarşist bir yapılanma gibi görünse de dezenformasyon taktiği, echelon vs gibi büyük kulaklar varken temiz kalması zor. Bilimsel araştırmalar konusunda tutucu olmak yerine üzerimize yağan bilgi bombardımanını filtre edip dezenformasyonu ayıklayabilmemiz lazım.


Yazının devamı

SURİYE



Bi gidip bakmam lazım, 07 Eylül 2007




Baktım geldim, 11 Eylül 2007



Yazının devamı

Soru...Soru...Soru

9.Bir motorlu kurye düşünün, A noktasından B noktasına saatte ortalama 15 kilometre hızla gitmiş olsun. Sonra da B noktasından A'ya aynı yoldan geri dönsün. Gidişte ortalama 15 km/saatle giden aracın yolculuğun tamamını ortalama 30 km/saatte yapmış olabilmesi için dönüş yolunda ortalama ne sürat yapması gerekir? (İsmet Berkan, Radikal)

8. Elimizde 12 tane bilye var ve bu bilyelerden bir tanesi diğerlerinden ağır veya hafif, diğer 11 tanesi aynı ağırlıkta. İki kefeli bir teraziyle başka bir ağırlık kullanmadan ve 3 deneme hakkı ile bu farklı bilyeyi ve ağır mı hafif mi olduğunu bulmamız icap ediyor.

7. Bir gemi kazası sonrası 4 kişi okyanusun ortasındaki küçük bir adada mahsur kalır. Ada tamamen kurumuş otlarla kaplıdır. Bir gün sabah kalktıklarında, adanın diğer tarafında yangın çıktığını ve üzerlerine doğru ilerlediğini görürler. Belli bir süre sonra yangın tüm adayı yakıp kül etmiştir ama 4 adam hala hayattadır. Kıyıda köpekbalıkları dolaştığı için yangın sırasında kesinlikle suya girmemişler, kaya vb. cisimlerin üzerine çıkmamışlardır. Peki nasıl kurtulmuşlardır? (Bu, Avustralya'da kullanılmış gerçek bir yöntemdir, Yılmaz Ekici)

6. Bir padişahta 100 tane altın varmış. Bu altınların her biri 1 kg geliyormuş ama şekilleri bozukmuş. Bir gün vezirlerinden 10 tanesini çağırmış ve altınları eşit olarak bu vezirlere vermiş. Yani her vezire 1 kg ağırlığında 10 altın vermiş. Bunları düzgün külçeler haline getirmelerini ve tekrar kendisine vermelerini istemiş. Vezirlerden biri, kendisine verilen 10 altının her birinden 1 gram çalarak 999′ar gramlık 10 külçe hazırlamış. Bu, padişahın kulağına gitmiş ama hangi vezir olduğunu bilmiyormuş. Vezirler altınları torbalara doldurarak padişaha götürmüşler. Padişah vezirlerden, torbaları bir adım ileriye koymalarını ve beklemelerini söylemiş ve bir tartı getirtmiş. Padişah tartıyı bir kez kullanarak altınları çalan veziri bulmuş, ama nasıl?

5. Üç tane 7, bir tane 1 kullanarak dört işlemle 50'ye ulaşın.

4. Bir adam 3 oğluna 17 at ve şöyle bir vasiyet bırakır: "Atların yarısını büyük oğluma, üçte birini ortanca oğluma, dokuzda birini de küçük oğluma bırakıyorum." Oğlanlar atları paylaşamazlar ve bir bilge kişiye giderler. Bilge kişi bu sorunu çözer, nasıl çözer?

3. A noktasında 100 adet dolu benzin bidonu var. A noktasında, deposu 1 bidon benzin alan ve B noktasına gidene kadar da 1 depo benzin yakan bir motorsiklet var. Motorsikletli yanında en fazla bir adet bidon taşıyabiliyor. Motorsikletli A noktasından B noktasına dolu olarak en çok kaç bidon götürülebilir?

2. Yankı Yazgan'dan bir soru: Elimizdeki 11 ve 7 dakikalık iki kum saati ile 15 dakikalık yemeğin süresini nasıl ölçeriz?

1. TÜBİTAK Bilim Teknik'ten harika bir olasılık sorusu:
Bir masanın üzerinde 80’i tura, 20’si yazı olmak üzere rasgele dağıtılmış tam 100 adet madeni para bulunuyor. Oyun için önce gözleriniz bağlanıyor, ardından da paralara dokunarak angisinin yazı ya da tura olduğunu anlamanın yasak olduğu size hatırlatılıyor. Bu kurallar çerçevesinde öyle bir yol bulunuz ki, masanın üzerindeki toplam 100 adet parayı istediğiniz şekilde iki gruba ayırdıktan sonra iki grupta da eşit sayıda yazı olduğunu garanti edebilesiniz. (Soru için Hüseyin Kaval’a teşekkürler...)

YANITLAR:

1. Yapmanız gereken ilk olarak toplam 100 adet madeni parayı rasgele 20 ve 80’lik iki gruba ayırmak. 80’lik grubun içerisinde x adet yazı olsun. Bu durumda 20’lik grubun içinde 20-x adet yazı olduğu kesindir. işte sorunun en can alıcı noktası: Şimdi 20’lik gruptaki tüm madeni paraları ters çevirin. Artık 20’lik grubun içinde de 20-(20-x) = x adet yazı bulunuyor. Böylece her iki tarafta da eşit sayıda yazı olduğunu garanti etmiş oldunuz.

2. 11 ve 7 dakikalık iki kum saati ters çevrilip başlatılır. 7 dakikalık kum saatindeki kum bitince iki kum saati de ters çevrilir, 11 dakikalık kum saatinde kalan 4 dakikalık süre işlemeye başlar. 11 dakikalık kum saatindeki 4 dakikalık kum bitince, 7 dakikalık kum saati tekrar ters çevrilir. 7 dakikalık kum saatindeki 4 dakikalık kum bittiğinde toplam 15 dakika geçmiş olur.

3. Motorsikletli kardeşimiz, A noktasında depoyu doldurup yanına bir tane dolu bidon alır, yolun yarısına kadar gelip dolu bidonu bırakır ve A noktasına geri döner, yeniden depoyu doldurur, yanına bir bidon daha alır. Böyle böyle A ile B noktasının ortasına 50 dolu bidon taşır. Kardeşimiz, yolun diğer yarısında da bu şekilde gidip gelerek B noktasına 25 dolu bidon taşımış olur.

Motosikletli arkadaşımızı sıkıntıya sokup yanına sadece 1 dolu bidon almasına izin veriyoruz maalesef ama onun durumu sandığımızdan da zor. Soruda kaç dolu bidonu B noktasina taşır dediğimiz için 25 yanıtı dogru. Doğru ama, bilmediğimiz, bu arkadaşın Kuzey Irak-Türkiye sınırında benzin kaçakçılığı yapıyor olduğu.

Paranoyak okurların dikkatini çekmiş olabilir; motosikletli 25. dolu bidonla B noktasına geldiğinde soru bitiyor ama hayat devam ediyor. Şöyle ki, orta noktada yarım bidon ve motosikletin deposunda da yarim depo benzin kalıyor. Motosikletlinin geride iz bırakmamak için son bir hamle daha yapması gerekiyor. Orta noktaya geri dönüyor, deposu boşalıyor, orta noktadaki yarım benzin bidonu da depoya doldurup B noktasına geri dönüyor.

4. Bilge kişi: "Madem atları paylaşamadınız, benim atımı da alın 17+1= 18 atınız olsun. - Büyük oğlan sen yarısını yani, 18/2=9 tane at al, - Ortanca oğlan sen üçte birini yani, 18/3=6 tane at al, - Küçük oğlan sen de dokuzda birini, yani 18/9=2 tane at al. 9 + 6 + 2 = 17 at eder, e, ben de atımı alıp çekileyim" deyip meseleyi halleder.

5. ( 1/7 + 7 ) x 7

6. Torbalara 1 den 10 a kadar numara verir. Her torbadan numarası kadar külçe alır. Aldığı külçeleri bir kerede tartar. Külçelerin toplamı (TORBA NUMARASI)X1 gram eksik gelecektir. Yani eğer külçelerin toplamı 4 gram eksik gelirse bu, eksik torbanın 4 numaralı torba olduğu anlamına gelir.

7. 4 adam yangının olmadığı kesimde küçük ateşler yakarak, esas yangın onlara ulaşıncaya kadar bu yanmış kesime sığınmışlardır. Bu, Avustralya'da kullanılmış gerçek bir yöntemdir.

8. Bilyeleri harflerle işaretleyelim ve dörderli üç gruba ayıralım : (A1,A2,A3,A4), (B1,B2,B3,B4), (C1,C2,C3,C4). · İlk tartı: (A1,A2,A3,A4) dörtlüsünü bir kefeye, (B1,B2,B3,B4) dörtlüsünü diğer kefeye koyalım. Üç farklı tartım sonucu olabilir; eşit, (A1,A2,A3,A4) ağır veya (B1,B2,B3,B4) ağır. · Eğer ilk tartım sonucu kefeler eşitse, (C1,C2,C3,C4) dörtlüsünden biri farklıdır. · Yapılacak bir sonraki tartım (A1,A2,A3) üçlüsü ile (C1,C2,C3) üçlüsü arasında olmalıdır. Yine üç farklı tartım sonucu olabilir; eşit, (C1,C2,C3) hafif veya (C1,C2,C3) ağır. · İkinci tartım sonucu eşitse, C4 farklıdır ve farkı anlamak için A1 ile C4 tartılır C4 ağır veya hafiftir. · İkinci tartım sonucu (C1,C2,C3) ağır çıkarsa, bu tartımdan farklı bilyenin bu üçünden biri olduğunu ve normal bilyelerden ağır olduğunu anlarız. Bu durumda C1 ile C2 tartılır: · C1 ile C2 eşitse farklı top C3 ve ağırdır. · C1 ağırsa farklı top C1 dir. · C2 ağırsa farklı top C2 dir.· İkinci tartım sonucu (C1,C2,C3) üçlüsünün hafif çıkması durumunda da benzeri bir durum oluşur, bu defa farklı bilye hafif olacaktır. Bu durumda da C1 ile C2 tartılır: · C1 ile C2 eşitse farklı top C3 ve hafiftir.· C1 hafifse farklı top C1 dir.· C2 hafifse farklı top C2 dir.· Eğer ilk tartımda (A1,A2,A3,A4) ağırsa C grubundaki bilyelerin normal olduğunu anlarız (bilyenin normali nasıl olur bilmem ama bunu fazla dert etmeyin, bir şey demek lazım ne yapayım). · (A1,A2,C4) üçlüsü ile (A3,A4,B1) üçlüsü tartılmalıdır. · Bu tartımın sonucu eşitse (B2,B3,B4) 'ten biri hafiftir. B2 ve B3 tartılır. · Eşitlerse B4 hafiftir. · Değillerse hafif olan farklıdır. · Eğer (A1,A2,C4) ağırsa A1 veya A2 ağır veya B1 hafiftir. A1 ve A2 tartılır.· Eşitlerse B1 hafiftir. · Eşit değillerse ağır olan farklıdır. · Eğer (A3,A4,B1) ağırsa A3 veya A4 ağırdır. A3 ve A4 tartılır.· Ağır olan farklıdır. · (A1,A2,A3,A4) nin hafif olduğu durum, ağır durumuyla aynı şekilde çözümlebilir. Elbette (A1,A2,A3,A4) ile (B1,B2,B3,B4) sırasıyla birbirlerinin yerine kullanılarak (Yanıt http://www.bulduncevabi.com/
dan ogguzir'e ait)

9. Işık hızında gitse bile 30 km/sa ortalamaya ulaşamaz, çünkü:

A-B arası mesafe=x
Gidiş zamanı = h1
Dönüş Zamanı = h2
x=15*h1
Toplam mesafe = 2x = 2*15*h1 = 30h1

ORT.HIZ = 30 (Verilen)
ORT.HIZ = Toplam mesafe / Toplam zaman
ORT.HIZ = 30h1 / h1+h2
30 = 30h1 / h1+h2
30h1 + 30 h2 = 30h1
30h2=0
h2=0

h2'nin 0 (sıfır) olması demek, ortalamanın 30 km/sa olamayacağı anlamına gelir.


Yazının devamı

Türlerin yokoluşu



Karada yaşam başladıktan sonra gezegenimiz canlı türlerinin 2 büyük yokoluşuna tanıklık etmiş. Biri 250 milyon yıl önce neredeyse tüm canlı türlerinin yokolduğu Permiyen Büyük Yokoluşu, diğeri ise 65 milyon yıl önce büyük sürüngenlerin yokolduğu Kretase Yokoluşu.

Bilim insanları 65 milyon yıl önce yaşanan ve dinazorların dünya üzerindeki 200 milyon yıllık hakimiyetlerine son veren yokoluşa, Meksika Yucatán yarım adasına çarparak Chicxulub denen krateri açan göktaşının tetiklediği olayların sebep olduğu konusunda hemen hemen hemfikirler. Yokoluşun çok kısa bir sürede, 10 bin yılda (Jeoloji için çok kısa bir süre olarak tanımlanıyor) gerçekleştiği biliniyor.




Ancak 250 milyon yıl önce yaşanan Büyük Yokoluşun sebebi konusunda rivayet muhtelif. Yine meteor çarpması olduğunu düşünenler var, ancak şimdiye dek o kadar büyük bir krater bulan olmamış ve o dönemki kaya katmanlarında diğerinde olduğu gibi çarpışmanın yarattığı etkiler gözlenemiyor. Büyük yokoluş 80 bin yıl sürmüş, ilk 40 bin yılda karada yaşayan hayvan ve bitki türlerinin bir kısmı yokolmuş daha sonra hızlı bir şekilde denizdeki tüm yaşam sona ermiş sonraki 40 bin yılda ise karada nerdeyse tüm türler yokolmuş.

Bilim insanları Büyük Yokoluşun ilk 40 bin yılı sonunda kaya katmanlarında Carbon 12 miktarının arttığını gözlemlemiş durumdalar. Buradan yola çıkılarak oluşturulan son teori şöyle: Sibiryadaki volkanların faaliyeti sonrasında yeryüzünün ortalama sıcaklığı 5 C derece kadar artıyor, suyun ısınması okyanusun altındaki buz haldeki metanı buharlaştırıyor ve Carbon 12 atmosfere salınıyor. Bu denizdeki yaşamı yok ettiği gibi, Carbon 12'nin sebep olduğu sera etkisi ortalama sıcaklığın artı 5 C derece daha artmasına neden oluyor. Toplamdaki 10 C derecelik ısı artışı ise yeryüzünü cehenneme çevirmeye yetiyor, karalar çölleşiyor.

Büyük yokoluşta türlerin %95'i yok olurken bu küresel felaketi atlatan ve felaket sayesinde 545 milyon yıllık yaşam macerasının 200 milyon yılında dünyanın başına eşkıya kesilen soğukkanlı dinazorlar bir sonraki küresel felakette yokoluyorlar.




Gelelim bizi ilgilendiren kısma, dinazorlardan başka büyük yokoluşu bir tür daha atlatmıştır: Lystrosaurus. İnek büyüklüğünde su aygırına benzeyen, yarı sürüngen yarı memeli bir hayvan olan Lystrosaurus, bugünkü memelilerin (dahi insanların) atasıdır.




Gün olur devran döner dinazorlar ortadan kalkınca sıcak kanlı memeliler dünyanın kontrolünü ele geçirir.


Embedded ahkam :
Acaba maymundan geldiğimizi kabul etmeyenler, inek/su aygırı karışımı birşeyden geldiğimizi duyunca maymun olayına daha bi sıcak bakarlar mı? Espri bir yana evrim karşıtları geçiş aşaması türlere ait fosillerin bulunamadığını vurgulamayı pek severlerdi, ta ki 2004'te tiktaalik bulunana kadar. 375 milyon yıl önce sudan karaya geçişin kanıtı, ben susayım o konuşsun:



Yazının devamı

Gelecekte neler olacak?



İnsanın tarihsel süreç içinde mağara resimleriyle, destanlarla, söylenceler ve efsanelerle, kutsal ya da kutsal olmayan kitaplarla kültürünü ve hayatta kalma tecrübesini sonraki kuşaklara aktarması sayesinde bilgi giderek yükselen bir kıymete sahip oldu.

İnanç sistemlerinin kitabı kutsallaştırması aslında bügün yaşadığımız bilgi devrimini muştuluyordu. O zaman ben de bugünün kutsallarına bakarsam gelecekte neler olabileceğine dair bir fikir yürütebilirim diye düşündüm. -Her ne kadar bu aralar kolayca ihlal ediliyor olsa da- insan ve hayvan hakları ve internet bugünümüzün en kutsalları.

Yıl 2158,
Internet'in yeni platformu insan beyinleri arasında kurulan bir iletişim ağı olmuş, adı Brainetwork (ingilizce bir adı var çünkü kimse kendi yerel dilini unutmamış da olsa herkes ortak dil olarak İngilizce'yi konuşabiliyor). Brainetwork müthiş bir sıçrama yaratmış ama beraberinde bazı sorunlar da getirmiş. Kişisel beyinlere yapılan sanal ataklar, bilgi teknolojisi hırsızlıkları, beyinlerdeki spam ağrıları, dezenformasyon fırtınaları gibi. Herkes kendi kişisel brainwall'larını oluşturmak zorunda kalmış. Brainetwork'ten sorumlu bir pillikomite mevcutmuş ve en etkin faaliyet alanı insan veya hayvan hakları ihlal alarmlarını ilgili pillibirimlere ileterek önlenmesini sağlamakmış.

Bir kaç tane benden, sizin de ütopya ya da distopyalarınızı alabilir miyim?

Gelecekte takım sporları karma oynanacak. Erkeklerin oynadığı takım sporlarını -futbol mesela- kadınlar da oynuyor artık. Bir sonraki adım, takımların kadın/erkek karma olması olacak. Takımların sadece erkeklerden ya da kadınlardan oluşması sınıfçı-ırkçı bir bakış açısının sonucu. Orta sahada en az bir kadın olması lazım zaten, oyun kurucular çok fazla koşmasa da oluyor.

Evrende şu an için bilebildiğimiz en yüksek hız, ışık hızı, yani sn'de 300,000 km. Epey büyük bir hız değil mi? Galaksiler arası mesafeleri düşündüğünüz zaman pek de öyle değil maalesef. Radyo dalgaları ile yapılan haberleşme de aynı hızda gerçekleşiyor. Mars'la bir merhaba/merhaba demek için birkaç saat beklemek gerekiyor. Başka galaksileri düşünürseniz bir avatar göndermeye kalksanız on yıllarca beklemeniz gerekecek, belki ömrünüz bile vefa etmeyecek. Kurt deliğinden bile geçseniz bu hız yavaş oğlu yavaş. O zaman gelecekte bu hızın yerine başka birşey koymak gerekecek. Ben maddenin üst formu olan düşüncenin hızını koyuyorum, istediğim anda düşünebildiğim herhangi bir galakside olabilirim. Yalnız geliştirmek için biraz çalışmak gerekiyor, neyse geleceğe kadar vakit var daha.

Tektonik hareketler (depremler) gelecekte enerji sağlamak için kullanılacak. Levha hareketleri sırasında ortaya çıkan muazzam enerji yakalanıp depolanabildiğinde dünyadaki enerji problemi ebediyete intikal edecek.

Bir canlı türünün sonunu getirebilecek en aptalca şey ürememektir, insan soyu bunu becermek üzere. Meteor çarpar, nükleer kış olur anlarım ama nüfus planlaması yüzünden dünya üzerinden silinmek ya da onunla birlikte yok olmak çok acı olur. Çoğalacaksın, dünyanın kaynakları yetmeyecek, dünyaya sığmayacaksın ki yeni çözümler üretmeye mecbur kalasın, dış uzayda koloniler kurulsun. Neyse ki DNA çok uyanık, kendini aya kadar taşıdı.


Yazının devamı

Durdurun dünyayı inecek var

Dururken gerçekten duruyor muyuz? Bacaklarınızı uzatmış dinlenirken hareket etmediğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, çünkü :

* Kıtalar kayıyor : Kıtalar yılda 3 ila 20 cm yer değiştiriyor.
* Dünya, kendi ekseni etrafında dönüyor : Dünya 1,667 km/sa. hızla kendi ekseni etrafında fırıldak gibi dönüyor.
* Dünya güneşin etrafında dönüyor : Dünya 30 Km/sn. (108,000 Km/sa.) hızla güneşin çevresini dolanıyor.
* Güneş sistemi hareket ediyor : Güneş sistemi Samanyolu içinde VEGA yıldızına doğru 20 Km/sn. (72,000 Km/sa.) hızla deviniyor.
* Samanyolu kendi merkezi etrafında dönüyor : Güneş sistemi, Samanyolunun kendi merkezi etrafında 300 Km/sn. (1,080,000 Km/sa.) hızla hareketinden dolayı CYGNUS (Kuğu) yıldız sistemine doğru deviniyor.
* Samanyolu evren içinde hareket ediyor : Samanyolunun evren içindeki hareketinden dolayı dünya, 400 Km/sn (1,440,000 Km/sa.) hızla Leo yıldız sistemine doğru yol alıyor.

Dünyanın yaptığı 16 farklı hareketin tamamını burada bulabilirsiniz.

Bir tane de ben ekleyeyim : Dünyanın merkezindeki katı çekirdek dış yüzeyden bağımsız ve dörtte bir ile yarım derece arasında daha hızlı dönüyor. Tam olarak devir süresini tamamlaması 700-1400 yıl arasında zaman alıyor. Bu dönüşü sayesinde dünyadaki manyetizma ve Van Allen kuşakları oluşuyor.


Yazının devamı

Van Allen radyasyon kuşakları


Güneş fırtınaları ile uzaya savrulan radyoaktif parçacıklar dünya etrafında bulunan manyetik kuşaklar üzerinde birikerek Van Allen kuşaklarını oluştururlar. Dünya etrafındaki bu radyoaktif bariyerler aya gidişin bir düzmece olduğuna dair kanıt olarak sunuldu bir zamanlar. O kuşaklardan geçen astronotların hayatta kalamayacağı düşünülüyordu ancak daha sonra kuşaklardan çok hızlı geçildiği ve astronotların düşük dozda radyasyona maruz kaldıkları anlaşıldı.




Dünya etrafındaki manyetik alanlar dünyadaki yaşamı, güneş patlamaları ile oluşan kozmik fırtınalardan korurlar. Aynı zamanda seyri doyumsuz kuzey ışıklarının (aurora) oluşumuna neden olurlar.

Peki bu manyetik alanın kaynağı nedir :?

Bu manyetik alanların %90'ı yerküre içi manyetizmadan kaynaklanır. İç çekirdeğin demir bir küre olduğu düşünülmektedir, üzerindeki katmanların yarattığı yüksek basınç nedeniyle 7,200 C derecelik sıcaklığa rağmen katıdır.







İç çekirdeğin etrafındaki dış çekirdek ise demir ve nikel karışımından oluşan akışkan bir metal kuşaktır. Metal dış çekirdeğin metal iç çekirdek üzerinde yüzüyor olması iki demir parçasını sürttüğünüzde oluştuğu gibi mıknatıslanmaya ve yerküre çevresinde bir manyetik alan oluşmasına neden olur.

İlginç bir not:
İç çekirdek yerküreye göre 1/2 ile 1/4 derece daha hızlı dönmektedir, bu iç çekirdeğin yerküre içinde 700 ile 1400 yıl içinde kendi etrafında tam bir tur atacağı anlamına gelir. Ancak bu hızın değişken olduğu tahmin edilmektedir.

Diğer bir not; güneş sisteminde etrafında manyetik alan olan diğer gezegen Merkür'dür.


Yazının devamı

Kuzey yarıkürede mi, güney yarıkürede mi?

Siklon A
Siklon A


Siklon B
Siklon B


Soru: Bu kasırga fotoğraflarından biri kuzey yarıkürede diğeri güney yarıkürede çekilmiş, acaba hangisi nerede?

Alçak basınç alanlarında meydana gelen bir atmosfer olayı olan siklon ya da bilinen adı ile kasırga, kendi içine dönen bir spiral oluşturur. Siklonlar, dünyanın ekseni etrafında dönmesinden kaynaklanan Coriolis etkisi nedeniyle kuzey yarıkürede saat yönünün tersine, güney yarıkürede ise saat yönünde hareket ederler.

Coriolis etkisi
Coriolis etkisi


Bu hareketli resim Coriolis etkisinin kırmızı ile gösterilen gözlemciye göre nasıl oluştuğunu anlatıyor.

Yanıt: Siklon A kuzey yarıkürede, Siklon B ise güney yarıkürede fotoğraflanmıştır.


Yazının devamı

Yoğurt yoğurttan mayalanır peki ilk yoğurt nasıl mayalandı?




Anadolu yörükleri yoğurdu,

* Yaylalarda taşların altından topladıkları karınca yumurtası ile, olmazsa karınca yuvalarının girişindeki toprakla
* Hıdırellez sabahı yaprakların üzerinde biriken çiy ile (sadece hıdırellez zamanı 3 gün tutarmış bu maya)
* Kuzuların midesinden çıkan pelte ile
* Ya da nohut ile

mayalarlarmış.

Karınca yumurtasındaki formik asit türevi kimyasallar, kuzuların midesinden çıkan peltedeki enzimler yoğurdun mayalanmasını sağlıyormuş.

Bir rivayete göre de yoğurt mayalamayı melekler Hz.İbrahim'e öğretmiş, bu sır nesiller boyu aktarılarak bugüne kadar gelmiş.


Yazının devamı

Ya paraşüt açılmazsa?




5,000 metreden skydiving yapan bu 2 arkadaşın -Allah korusun- paraşütleri açılmazsa ne olur? (yazıda böyle bir video yok)

İlkin, 17.8 sn sonra, 4,117 metre'de maksimum hızlarına yani 65.69 mt/sn'ye (236.5 km/sa) ulaşıyorlar.

Dalıştan 87 sn sonra da, 53.82 mt/sn hızla yere rücu ediyorlar. Nereden mi biliyorum? Bu sayfada gerekli bilgileri hesaplayan bir hesap makinesi var.

Yere vuruş hızının maksimum hızdan daha yavaş olduğunun dikkatli gözlerden kaçmadığını biliyorum. Bu, serbest düşen bir cismin terminal velocity denen maksimum hıza ulaşmasından sonra giderek yavaşlamasından kaynaklanıyor. Yeryüzüne yaklaştıkça daha çok yoğunlaşan atmosfer cisim üzerinde fren etkisi yaratıyor (düzgün küresel cisimler hariç).

Aynı sitede bir skydiver'ın verilen yükseklikte maruz kalacağı basınç, g-force, sıcaklık, terminal velocity gibi bilgileri de hesaplanabiliyor.


Yazının devamı

Ayna Nöronlar




Kendinizi hiç, başkalarının mimiklerini taklit ederken yakaladınız mı, ya da nerede duyduğunuzu hatırlamadığınız bir şarkının dilinize dolandığı oldu mu?

1990’larda Vittorio Gallase ve Giacomo Rizzolatti adlı iki İtalyan bilim adamı düşünce okuma konusunda maymunlar üzerinde yaptıkları deneyler sırasında yeni bir tip nöron keşfettiler. Bu nöronlar, belli işleri yaparken aktif hale geliyorlardı, tesadüfen farkedilen diğer özellikleri ise bir başkası aynı işi yaparken de aktif hale geçmeleriydi. Bu nöronlar primatları, insanları ve kuşları karşısındakini taklit etmeye zorluyordu! Bu özelliklerinden dolayı “ayna nöron” adını aldılar.

Daha sonra yapılan araştırmalar ayna nöronların insan beyninde broca denen ve konuşmadan sorumlu olduğu bilinen bölgede bulunduğunu gösterdi. Bilim insanları buradan yola çıkarak, konuşmanın, başkalarının hareketlerini tanıma ve algılama ile başladığını düşündüler. Önceleri el kol işaretlerine ve mimiklere dayanan haberleşme, zaman içinde konuşmaya dönüşmüştü.

Düşmanınızın yüzündeki ifade birazdan ne yapmanız gerektiği hakkında her zaman iyi bir fikir verir. En iyi hatiplere bakın ya da kendinizi konuşurken düşünün, elleriniz ve kollarınız konuşmayı tamamlamaya çalışırlar ya da kimi zaman sözcüklerinizle saklamaya çalıştığınız düşüncelerinizi yüz ifadeniz ele verir. Vücüt dili ya da empati üzerine onlarca kitap bulabilirsiniz bugün. Bilim insanları günümüzde ayna nöronları psikolojinin DNA’ları olarak görüyor.

Merak edilen sorudur “herşey nasıl başladı?”. Herşey, yansıma ile başladı, milyonlarca kilometre öteden gelen güneş ışını dünyaya vardığında, yansıdı. Yansıma bugün beyinlerimizde devam ediyor.


Yazının devamı

Sağ el kuralı



Sağ el kuralı esas olarak, elektirikte manyetik alanın yönünü bulmak için kullanılır. Bense evde vidaların, somunların ne yöne sıkılıp gevşetileceği, vanaların ne yöne açıp kapanacağını kestiremediğim zamanlarda kullanıyorum.

Şöyle tarif edeyim:
Vida ya da vanayı ne tarafa hareket ettirmek istiyorsanız, sağ elinizi avuç içi o yönü gösterecek şekilde tutun. Bu durumdayken başparmağınız vida ya da vanayı ne yöne çevirmeniz gerektiğini gösterecektir.

“Ne tarafa hareket ettirmek” sözü çok anlaşılır olmadıysa şöyle açabilirim: Normal duran bir vanayı açmak isterseniz vanayı yukarı hareket ettirmeniz gerekir, kapatmak isterseniz aşağıya hareket ettirmeniz gerekir. Vanayı açmak için avcunuz havaya bakacak şekilde elinizi tuttuğunuzda, başparmağınız saatin ters yönünü gösterir. Başaşağı duran bir vidayı -mesela tavana monte durumdayken- gevşetmek isterseniz, avcunuz yere bakacak şekilde elinizi tuttuğunuzda ise başparmağınız saat yönünü gösterecektir.

Bu yöntem sıkışmış musluk veya burgu kapaklı şişe gibi objelerle boğuşurken kafam karıştığında epey işime yarıyor, siz de deneyin.


Yazının devamı

Ay'la ilgili bir komplo teorisi

Asıl soru : "Ay"ı biri oraya ampul niyetine mi astı ?









Yardımcı Soru 1 : Ay neden çok büyüktür ?
Ay, güneş sistemindeki diğer gezegenlerin uyduları ile kıyaslandığında bir uydu için oldukça büyüktür (çapı dünya’nın yaklaşık 4’te 1’i kadar). Hatta kimi kaynaklarda dünya ve ay için çift gezegenli bir sistem denilebileceği dahi belirtilir. Ay’ın oluşumuna dair en kuvvetli teori, dünyanın, kendisinin yarısı büyüklükte bir cisimle çarpışması sonucu uzaya dağılan maddenin tekrar birleşmesi ile oluşmuş olduğudur. Oysa -küçük meteor çarpmaları dışında- büyük kozmik nesnelerin birbiri ile çarpışma ihtimalinin çok az olduğunu biliriz.







Yardımcı Soru 2 : Ayın bir yüzü neden hep karanlıktır?
Ayın sadece bir yüzünü görürüz, diğer yüzü bizim için hep karanlıktır. Bunun sebebi ayın kendi etrafındaki dönüş süresi ile ayın dünya etrafındaki dönüş süresinin aynı olmasıdır.








Yardımcı Soru 3 : Tam güneş tutulmasında ay, güneşi tamamen nasıl kapatır?
Tam güneş tutulması sırasında ay, güneşin tamamını kapatır, sadece güneşin taç tabakası görünür. Bu durum, dünyanın güneşe olan uzaklığının, dünyanın aya olan uzaklığına oranı ile, güneşin çapının ayın çapına oranının yaklaşık olarak aynı olmasından (~400) kaynaklanır.








Ve komplo :
İşte bu sebeplerden dolayı, ay oraya özellikle konmuş gibi geliyor bana. Mesela, gözlem yapabilmek için arkasına saklanabilecek ideal bir barınak, kozmik deneyler yapmak için de iyi bir üs.

Ve komplo değil:
Ayın dönüş hızı dünyanın çekim etkisi nedeniyle optimizasyona uğrayarak giderek azalmış bugünkü haline gelmiş. Biz de (z)uzaylıyız, kozmik deneyleri biz de yapıyoruz, genel görelilik teorisi, bir tam güneş tutulması sırasında uzaklardaki yıldızların ışıklarının güneş'in yakınından geçerken yollarından saptıkları gözlenerek teyit edilmiş.


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.