26 Kasım 2010 Cuma

Uzun uzun kavaklar






Anne anne kalksana
Lambaları yaksana
Şuayyib'imi vurmuşlar
Çaresine baksana



Batı Trakya, II.Dünya Savaşı sırasında (1941-1944) Almanya'nın müttefiki Bulgaristan tarafından ikinci kez (ilki II.Balkan Savaşı sonrasında) işgal edilmişti. Mihver Devletleri'nin savaşı kaybetmesinden sonra Bulgaristan Batı Trakya'yı boşalttı. Yerlerini 1944 sonlarında İngiliz askerleri aldı.

İngiliz askerleri tarafından kazaen öldürülen Gümülcüne'li Şuayyib için söylenen anonim türkünün ilk dörtlüğü ilkokulda ezberlediğimiz bir şiiri andırıyor.

Anne anne kalksana
Lambaları yaksana
Şuayyib'imi vurmuşlar
Çaresine baksana

Anlamadım bir anda
Hastahane yolunda
Şuayyib'i görenler
Sandı ecel yolunda

Hastanenin kapısı
Demiryoluna bakar
İçindeki hastalar
Ecel yoluna bakar

Dayanamam ben artık
Kalbim benim pek yanık
Yandım aman çok yandım
Dertlerime çare yok

Mahşer gibi insanları
Saygı verdi gönülleri
Şuayyib beyi vuranlar
İngiliz’in çavuşları


Kaynak:Öyküsüyle Notasıyla Batı Trakya Türküleri, Reşit Salim– Osman Arda, 1994 Gümülcine


Yazının devamı

30 Ekim 2010 Cumartesi

Savaşta fotoğrafçıya poz vermek

Mustafa Kemal'in 1921'de Ankara Dikmen sırtlarında dinlenirken çekilmiş bir fotoğrafı vardır, I.Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru böbrek rahatsızlığının tedavisi için çarpışmalar devam ederken Viyana ve Karlsbad'a kaplıca tedavisine gittiğini düşünürseniz (Bkz: Mustafa Kemal'in kendi Karlsbad günlükleri) kar üzerinde uyuması Mustafa Kemal'in sağlığı için iyi olmamıştır.




Ama belki de uyumamış sadece poz vermiştir.


Yazının devamı

3 Ağustos 2010 Salı

Mustafa Kemal'in Latin Alfabesi ile ilk Türkçe mektubu

Mustafa Kemal İttihat ve Terakki tarafından 1913-1915 yılları arasında ataşemiliter görevi ile sürgün olarak gönderildiği Sofya'dan arkadaşı Corinne Lütfü'ye sık sık Fransızca mektuplar yollamış. Meğer bu mektuplardan bazıları Latin harfleri kullanılarak (Fransızca imlasıyla) Türkçe yazılmış. Melda Överim'in "Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü" adlı kitabında aşağıdaki mektubun bunlardan ilki olduğu belirtiliyor. Mektup 28 Haziran 1914'te yazılmış, yani Harf İnkilabından (1928) 14 yıl önce.



Sol tarafla sağ tarafın alakası varmış gibi görünmüyor. Sökebildiğim kadarıyla şunlar yazıyor:

Cher (sevgili) Corinne

Son mektubun adeta yunanistanın geçenlerde ... ... protestationa benziyor ..., bundan sonra artık mutlaka muharebe olacak ... ...
..., netice tahmin olduğun gibi çıkmayablir. Bunun için bir taraf zaif olduğundan diğer taraf protestationda.


Diğer sayfa:

sevimli hanım arkadaşlarına "... ... ... ..." diye tanıtmazsın. bu seviyede birgun bende onları tanımak şerefine nail olduğum zaman seni hususi zan ve tavsiyelerinden dolayı tasdik ittiririm.

Gözlerinden öperim.

M.K.


Mektupta geçen bazı harfler ve karşılıkları şöyle
(dj): (c) veya (ç)
(ou): (u)
(ei): (i)


Yazının devamı

10 Nisan 2010 Cumartesi

Zürcher'in Ittihat ve Terakki ile Kemalist dönem kıyası

Erik Jan Zürcher


Yakın Türkiye tarihi hakkında araştırmaları ve kitapları bulunan Hollandalı tarihçi Erik Jan Zürcher, İttihat ve Terakki ile Kemalist yönetim dönemleri arasında şu karşılaştırma/benzeştirmeyi yapıyor:

Direniş evresi (1906-1908 ve 1919-1922),
Çoğulcu evre (1908-1912 ve 1922-1925),
Diktatörlük evresi (1913-1918 ve 1925-1945).


Zürcher'e göre 1926'daki İzmir Suikasti yargılamaları, sanıkların çoğunun İttihatçı olması nedeniyle İttihatçı-Kemalist çatışması gibi görünse de aslında devam eden Jön Türk hareketinin iç hesaplaşmasıydı. Gerçekten de yargılananların İttihatçı olmasına karşın o sırada CHP'nin yönetici kadrosunda ve bürokraside daha çok İttihatçı vardı.

Kaynak: Meclis-i Mebusan'dan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Kopuş ve Süreklilikler, Hasan Kendirci


Yazının devamı

13 Mart 2010 Cumartesi

Üçüncü Meşrutiyet

İş Bankası Kültür Yayınları Mahmut Goloğlu'nun Millli Mücadele Tarihi'ni anlattığı seriyi yeniden basmaya devam ediyor. Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin anlatıldığı ilk iki bölümden sonra son olarak Üçüncü Meşrutiyet, Birinci Büyük Millet Meclisi yayımlandı.

Mahmut Goloğlu Birinci Büyük Millet Meclisi dönemini (23 Nisan 1920 - 15 Nisan 1923) Üçüncü Meşrutiyet olarak adlandırıyor. Yanlış bir tanımlama sayılmaz, çünkü bu tarihlerde henüz saltanat ilga olmamıştı, Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamıştı, Osmanlı Devleti de halen devam etmekteydi.


Birinci Büyük Millet Meclisi mebusları

İstanbul'daki son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı kapatıldıktan sonra Birinci Büyük Millet Meclisi çalışmalarına onun kaldığı yerden devam edecekti, hatta Birinci BMM ilk olarak OMM'nin son görüştüğü konuyu görüşerek işe başlamıştı. Açılış sırasında padişah adına hutbeler okutulmuştu. Birinci BMM'nin 437 mebusundan 83'ü son OMM'de bulunan mebuslardan oluşuyordu.

Mahmut Goloğlu, kitabına Hikmet Efendi'yi tanıtarak başlamış. Askeri Tıp Okulu öğrencisi Hikmet Efendi Askeri-Sivil bütün tıp öğrencileri adına Sivas Kongresi'ne İstanbul delegesi olarak katılan üç kişiden biriydi. İstanbul'dan gelen diğer iki delege İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Cebesoy'un babası) ve İsmail Hami Bey (Danişment) idi.

Sivas Kongresi'nde manda konusu görüşülürken Hikmet Efendi bizzat Mustafa Kemal'e şu sözleri sarfeder: "Delegeleri bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya, bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddederim. Mustafa Kemal'i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz."

Mahmut Goloğlu Hikmet Efendi'nin bir yıl kadar Ankara'da Mustafa Kemal'in emrinde bulunduktan sonra İstanbul'a giderek tahsilini tamamladığını belirtiyor. Bundan sonrası ilginç, Cumhuriyet yıllarında Hikmet Efendi Anadolu'da doktorluk yapmaktadır ancak Mustafa Kemal'i aramak hiç aklına gelmez hatta Mustafa Kemal kendi bölgesine geldiğinde dahi ortaya çıkmaz. Mustafa Kemal sofrasında eskileri anarken aklına Hikmet Efendi gelir, bulunup mebus yapılmasını emreder. Lakin Mazhar Müfit (Kansu) Mustafa Kemal'e Hikmet Efendi'nin öldüğünü söyler. M.K.Atatürk'ün ölümünden sonra Mazhar Müfit'le Hikmet Efendi'nin birgün sokakta karşılaştıkları ve Mazhar Müfit'in durumu aktarıp kendisinden özür dilediği belirtiliyor. Bu ayrılıkta Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin sonuç bildirgelerinde "Manda ve Himaye kabul edilemez" gibi bir maddenin aslında hiç olmamasının bir payı var mıdır doğrusu merak ediyorum.

Hikmet Efendi bize oğlu Orhan Boran'ı yadigar bırakarak 1945'te veremden ölür.


Yazının devamı

8 Mart 2010 Pazartesi

14 Mart π (pi) günü


mm.dd.yy tarih formatını kullananlar için π günü 14 Mart (3.14)
Tarih formatı dd/mm/yy olanlar için π günü 22 Temmuz (22/7)


Yazının devamı

4 Şubat 2010 Perşembe

EMASYA pardon AMASYA Askeri Örgütü

Sina Akşin’in “Kısa Türkiye Tarihi” isimli kitabından mealen: 30 Mart 1919’da Sadrazam Damad Ferit, Vahideddin adına İngilizler'e sunduğu barış planında Arap topraklarından vazgeç(e)miyor ancak ülke yönetimini İngiliz mandasına bırakıyordu. Mustafa Kemal Samsun’dan Havza’ya geçtikten sonra 3 Haziran 1919’da güvendiği 11 kişiye gönderdiği genelgede, İzmir’in işgalinden sonra Paris Barış Konferansı’nda Damad Ferit’e güvenilemeyeceğini bildirdi, genelge gizli kalamadı. Bunun üzerine 8 Haziran’da hükümet Mustafa Kemal’e geri dönmesini emretti. Mustafa Kemal 10 Haziran 1919 günü bir genelge daha çıkartarak çeşitli Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak örgütlerinin kendisine milli mücadele hareketinin önderliğini teklif ettiklerini, artık bu yola baş koyduğunu duyurdu. Böylelikle liderlik iddiasını deklare ediyordu. Aynı gün bazı asker arkadaşlarını Amasya’da toplantıya davet etti.

Amasya toplantısı 19 Haziran 1919’da, 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla (daha sonra yeni ordu örgütlenmesi nedeniyle 3. Ordu Müfettişi) Mustafa Kemal, 20. Kolordu (Ankara) Komutanı Ali Fuat (Cebesoy), 3. Kolordu (Sivas) Komutanı Refet (Bele) ve Rauf (Orbay) Bey’in katılımıyla başladı. Fiziken orada bulunmamakla beraber 15. Kolordu (Erzurum) Komutanı Kazım Karabekir ve 2. Ordu Müfettişi (Konya) Cemal’e (Küçük ya da Mersinli Cemal Paşa) telgrafla danışılıyordu.

Sina Akşin bu grubu "Amasya Askeri Örgütü" olarak isimlendiriyor ve soruyor: "Amasya Askeri örgütü bir cunta mıdır?" sonra yanıtlıyor: "Amasya Askeri Örgütü cunta sayılsa da mutlakiyetçi (ve feodal) bir padişaha ve saraya karşı özgürlük ve eşitlik adına mücadele etmesi, onu kendiliğinden 'daha demokratik' bir hareket kılar."

Şimdi dikkatinizi çekmek isterim, Vahideddin'in devlet yönetiminde II.Abdülhamid'i örnek aldığı, Meşrutiyet'ten hazzetmediği bir sır değil. Fakat, Sina Akşin'in bu 'cunta' yı 'daha demokratik' saydığı tarihten (Amasya toplantılarının yapıldığı tarih Haziran 1919) kısa bir süre sonra yani Aralık 1919'da Osmanlı Mebusan Meclisi için seçimler yapılacak, Meclis Ocak 1920'de toplanacak İtilaf Devletleri'nin İstanbul'u 16 Mart 1920'de işgal etmesine dek çalışmalarına devam edecekti. Ahd-ı Milli (Misak-ı Milli) son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından yayınlanmıştı.

Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta, Sina Akşin'in "padişaha ve saraya karşı" diye nitelediği Mustafa Kemal'le Vahideddin'in yollarının Amasya toplantılarından çok daha sonra ayrılmış olmasıdır. 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi toplandığında, Padişah (yangından) ilk kurtarılacaklar arasında sayılır.

'Cunta'ya dönersek, Mustafa Kemal dışındakiler Cumhuriyet ilan edildikten sonra sürüm sürüm süründürülmüşler, yargılanmışlar, çok uzun yıllar siyasetten men edilmişlerdir. Demek ki kötü bir şey yapmışlar. Neymiş? Demek ki 'cunta' iyi bir şey değilmiş.


Yazının devamı

3 Şubat 2010 Çarşamba

Seçim değil Geçim - III

GSMH/GSYH büyüme oranlarını 5'er yıllık kümüle rakamlar haline getirdiğimizde aşağıdaki gibi daha okunur bir grafik ortaya çıkıyor.


İşin ilginç tarafı, bu 5 yıllık kümüle büyüme oranları ile AKP'nin oy oranları arasında bir parallellik mevcut. 2009, 2010, 2011 GSYH’lerini sırasıyla %-6,5, %4, %5 olarak kabul edip kümüle edersek AKP'nin seçimlerde alacağı oy, seçim 2010 yılında yapılırsa %37, seçim 2011 yılında yapılırsa %36 gibi görünüyor. %1 oy için erken seçim yapmaya değmez bana kalırsa.




Güncel versiyon: Seçim değil Geçim - V


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.