29 Aralık 2008 Pazartesi

Japon-Rus Savaşı, 1904-05

Batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya'nın 1905'te Japonya'ya yenilmesi doğu halkları üzerinde ezilen ulusların da bir gün galip gelebileceği ümidi yaratmış, büyük sevinçle karşılanmıştı.

Togo Heihachiro

Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro


Rusya'nın kadim düşman olması hasebiyle Osmanlı'da daha bir coşkulu karşılanmıştı, hatta bir çok anne çocuklarına Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro'nun adını verdiler, bu annelerden biri Halide Edip idi (oğlu Zeki Hikmetullah Togo).

İttihat ve Terakki 1908'de II.Meşrutiyet'in ilanı sürecinde Rusya ve İran'daki ayaklanma ve mutlaki monarşilerin yıkılışı kadar Japonya'daki halksız ve kansız dönüşüm sürecini de örnek almıştı. Aslına bakılırsa Japonya Asya'lı bir devlet olmakla birlikte tıpkı Rusya gibi yayılmacı emeller için savaşıyordu. Japonya ile anlaşmalar yapmak isteyen Osmanlı bürokratları, Japonlar'ın Avrupalı Devletler'in benzeri imtiyazlar (kapitülasyon) istemesi nedeniyle hüsrana uğramışlardı.



Yazının devamı

28 Aralık 2008 Pazar

Fetih, sonun başlangıcı mı?

II.Mehmet (Fatih) İstanbul’un fethini bildirmek üzere yabancı ülkelere elçiler göndermiş, peygamber efendimize elçi göndermemek olmaz diye Çandarlı Halil Paşa’yı da öbür tarafa yollamış.



İstanbul

Çocukları oyalamak için masallar anlatıldığı gibi çocuk toplumları oyalamak için de masallar uydurulur. Tarih bilim değildir diyenlere aldanmayın matematikten bir farkı yoktur aslında, tüm vektörleri bilmeden bileşke alırsanız mızrağı çuvala sığdıramazsınız. argümanlarınız sahih olup olmadığı belli olmayan hadisler, bebelere balon kıvamında tepelerden gemi aşırtmaca hikayeleri olunca, ecdadımın toprağı bol olsundan öteye geçilmez.

İstanbul'un fethinden sonra Çandarlı Halil Paşa'nın katl'i ile devam eden süreç Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezden yönetilen çok güçlü bir savaş makinasına doğru evrilmesine sebep oldu. Osmanlı'nın bu kadar uzun ömürlü olmasının sebebi bu olmakla beraber pas geçilen feodal karmaşanın getireceği rekabetin yaşanmaması çöküşün de başlangıcıdır aslında, iniş zirvede başlar ne de olsa.



Yazının devamı

20 Aralık 2008 Cumartesi

Hilafet



İngiliz sömürgesi Hindistan'da yaşayan Müslümanlar Mondros Mütarekesi sonrası İngilizler'in İstanbul'u işgaline tepki gösterirler. Halife'yi kurtarmak üzere para toplayıp Anadolu'daki kurtuluş hareketine yollarlar.




Milli Mücadele sonrası Mustafa Kemal bu parayı İş Bankası'na sermaye yapar ve hilafeti ise -İngilizler'i bile hayrete düşürecek kadar hızlı bir şekilde- kaldırır.



Yazının devamı

17 Kasım 2008 Pazartesi

Hürriyet geyiği

II.Meşrutiyet'in ilanına sebep olan sürecin kıvılcımını ateşleyen kişi, Balkanlar' da "hürriyet" için isyan edip 160 adamı ile dağa çıkan Resneli Niyazi Bey'dir. 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu içinde de yer alır. Geyiği "Rehber-i Hürriyet" en az Niyazi Bey kadar meşhurdur. Bulup evcilleştirdiği bu geyiği gittiği her yere yanında götürür. Gülhane Parkı'nda halk onu akın akın görmeye gelir, kartpostalları kapış kapış satılır. Sultan Reşad bile çocukları ile Rehber-i Hürriyet'i sevmek için Gülhane'ye bir sefer yapar.


Hacı Bektaş Veli

Hacı Bektaş Veli (1209-1271)




Muhazafakar kesim 'Ulu Hakan' II.Abdülhamid'in devrilmesine sebep olduğundan Niyazi Bey'i hiç mi hiç sevmez, savaşlardan sağ çıkıp 1913'te gemiye binmek için limanda beklerken bir adamı tarafından öldürülmesinden dolayı "ne şehittir ne gazi bok yoluna gitti Niyazi" darb-ı meseli ve "geyik muhabbeti" argosunun ondan türediğini söylerler. Balkanlar'da Bektaşi tarikatının çok yaygın olduğunu bilenler ise Hacı Bektaş Veli'nin bir kolunda cesareti temsil eden arslan, bir kolunda masumiyeti temsil eden geyikle resmedildiğini de iyi bilirler. Niyazi Bey Bektaşi'dir, aynı zamanda bir masondur, bir ihtimal İttihat ve Terakki içindeki Alman/İngiliz rekabetinin kurbanı olmuştur.



Resneli Niyazi Bey


Yazının devamı

16 Kasım 2008 Pazar

Kıbrıs


Galatalı simsarlar borçlarını tahsil edebilsinler diye tahta geçirilen V.Murat ruh sağlığı yerinde olmadığından ancak 3 ay tahtta kalabildi. Halk kendisinden önceki padişah ve amcası olan Abdülaziz'in intihar süsü verilen ölümünden kendisini sorumlu tutacak diye kafayı tırlatmıştı. Abdülhamid tahta geçtikten kısa bir süre sonra Çırağan sarayında yaşayan V.Murat'ı tekrar tahta çıkarmak isteyenlerin Çırağan'ı basma girişimleri başarısız olmuştu olmasına fakat Abdülhamid'i de bir korku sarmıştı. Ayrıca Ruslar 93 Harbi sonrası Yeşilköy'e kadar gelmiş İstanbul'a girmeleri ise artık an meselesi idi.



Kıbrıs


Bu şartlar altında Abdülhamid İngilizler'le siyasi bir dostluk kurmaktan başka çıkar yol göremedi. İngilizler'in Süveyş Kanalı'nı dolayısı ile sömürgeleri Hindistan yolunu kontrol eden Kıbrıs'a olan iştahlarını Kıbrıs'ı onlara kiralamak suretiyle karşıladı. Karşılığında İngilizler Ruslar'ı tarihimizdeki ilk Sevr olan Ayastefanos Antlaşması'nın yerine Berlin Antlaşması'nı kabul etmeye mecbur bıraktılar. Yani Abdülhamid İngilizler'e Kıbrıs'ı verdi ama İstanbul'u kurtardı.



serdar sabri


"Abdülhamid Kıbrıs'ı İngilizler'e verdi"
Öyleyse İngilizler, günün birinde adayı terketmek mecburiyetinde kalırlarsa, adayı kimden aldılarsa ona geri vermeleri gerekir, öyle mi? İlk bakışta öyle...


Ama gerçek farklı: Kıbrıs bir Rum adası. Tarihte yüzlerce kere istilaya uğrasa da sonunda hep Rum kalmış. O istilalardan biri de (sondan bir önceki) Osmanlı istilası olduğuna göre, Abdülhamid kimin malını kime veriyor? Rumlar bu oldu-bittiyi hiçbir zaman kabul etmediler. Abdülhamid'in temsil ettiği iktidar günün birinde göçerse, göçmüş bir imparatorun tasarrufu Kıbrıs'ı niye bağlasın ki?


Nitekim günün birinde imparatorluk göçtü ve nitekim günün birinde İngiltere komünist ve milliyetçi Rumlara mağlup olarak adayı terk etmek mecburiyetinde kaldı. Rumlar adayı kurtarmak için İngilizlere karşı savaşırken, Kıbrıslı Türkler İngilizler'in yanında saf tuttu.



Ümit Bayazoğlu


Yazının devamı

15 Kasım 2008 Cumartesi

Fenerbahçe, sen çok yaşa


fb logo eski

Fenerbahçe'nin ilk dönem başkanlarından biri İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucularından Doktor Nazım Bey'dir. 1916-1918 yılları arasında Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı yapmıştır. 1926'da Mustafa Kemal'e karşı planlanan İzmir Suikasti'nde suçlu bulunarak idam edilir.

Mondros Mütarekesi ile birlikte İttihatçılar yurtdışına kaçınca 1919-1923 yılları arasında Fenerbahçe'ye bu sefer hanedandan Ömer Faruk Efendi başkanlık yapar. Kendisi son Osmanlı halifesi II. Abdülmecid'in oğludur. Kurtuluş Savaşı’na katılmak için gizlice Samsun’a gider ancak İstanbul’a geri gönderilir. Geri yollanmasa diğer şehzadelerin de onun peşinden Anadolu'ya geçeceği rivayet edilir. 1924'te Osmanlı Hanedanı'nın ülke dışına gönderilmesi kanunu ile diğerleriyle birlikte sınırdışı edilir.


Faruk Ilgaz'ın başkanlığı sırasında (1966-1974) Fenerbahçe klübünden yaşadığı yer Mısır'a bir zarf ulaşır. "Klüp erkanı, eski reislerine hörmetlerini sunarlar" notu ile birlikte klüpte kullanmak üzere sabık başkanların resimleri istenmektedir. Ömer Faruk Efendi bu zarf ile ilgili duygularını şöyle dile getirir: "Kırk ve küsur senedir böyle bir alaka görmediğimden şaşırdım mütehassis oldum, müteessir oldum ve gözlerimden yaşlar boşandı."


1969'da Kahire'de yalnızlık ve hasret içinde ölür. 1977'de "sessizce nakledilmesi şartıyla" mezarı Türkiye'ye getirilir, Sultan Mahmut Türbesi'ne defnedilir. Mısır'da beraber gömüldükleri Sultan Reşad'ın torunlarından Şehzade Namuk Efendi'nin mezarı da getirilir, çünkü aile kemiklerin karışmış olduğundan endişe etmektedir.





Yazının devamı

14 Kasım 2008 Cuma

Çanakkale Krizi - Chanak Affair

9 Eylül 1922'de milli güçlerin İzmir'i teslim almasından sonra Fahrettin Altay komutasındaki Türk ordusu Çanakkale Boğazı'na doğru harekete geçti, hedef İstanbul'u teslim almaktı. Çanakkale'de konuşlanmış olan Fransız ordusu herhangi bir problem çıkarmazken, Yunanlılar'ın Anadolu'yu işgali politikasının mimarı İngiliz Başbakanı Lloyd George buna şidddetle karşı çıktı ve İngiliz ordusunun direnmesini emretti.


David Lloyd George


David Lloyd George (1863 – 1945)



Lloyd George'un kabineyi toplayıp savaş kararı almak istedi. Commonwealth başbakanları kendilerine danışılmadan alınacak bu savaş kararından rahatsızdı, Kanada otomatik olarak savaş kararı vermeyeceklerini, durumun parlamentoda tartışılacağını bildirdi. Dışişleri bakanı Lord Curzon ve dönemin savaş bakanı Churchill de karara muhalif idiler. Lloyd George krizin sonunda istifa etmek zorunda kaldı ve siyasetten çekildi.


Bu olay tarihe Chanak Affair (Çanakkale Krizi) olarak geçti. Lloyd George'un Türk düşmanlığı, Avrupa'da 19.yüzyılda tekrar keşfedilen ve yükselen Hellen Kültürünün etkisine bağlanır. İzmir'de yetişmiş daha sonra evlenerek İngiltere'ye yerleşmiş bir Rum ailenin kızı olan Lady Crosfield'e (Domini Elliadi) olan gizli aşkı ise pek bilinmez.


Yazının devamı

13 Kasım 2008 Perşembe

Manda ve Himaye

Erzurum (23 Temmuz 1919) ya da Sivas (4-11 Eylül 1919) Kongrelerine atfen anılan "Manda ve himaye kabul edilemez" mottosu ne Erzurum ne de Sivas Kongrelerinin kararları arasında bulunur. Kongrelerde üçüncü bir ülkenin himayesine ilişkin alınan kararlar şöyledir:


manda


Erzurum Kongresi:
Madde-8 : İstiklalimiz ve vatanımızın bütünlüğü mahfuz kalmak şartıyla, memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin fenni, sınai, ve iktisadi yardımını memnuniyetle karşılarız.


Sivas Kongresi:
Madde-7 : Milletimiz, insaniyetperver ve muasır memleketleri ali bilir. Teknik, sinai ve iktisadi durumumuzun ve bize elzem olanların idrakindedir. Bu sebeple devletimizin ve milletimizin, dahilde ve hariçte istiklali ve vatanımızın bütünlüğü muhafaza edilmek şartıyla, 6. maddede belirtilen sınırlar içinde millilik idealine hürmet eden ve yurdumuzu istila amacını gaye edinmeyen herhangi bir devletin fenni, sınai ve iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız. Bu insani ve hukuka mutabık şartları ihtiva eden bir sulhun da hemen geçekleşmesi ve dünyanın sukunu, taleplerimizin en mühimidir.



Wilson


T. Woodrow Wilson (1856 - 1924)



Bu kararlarda tarif edilmeye çalışılan ülke Amerika Birleşik Devletleri'dir. Fakat 1920 seçimlerinde başkan Wilson'un yerine Monreo doktrinini savunan Warren G. Harding'in seçilmesiyle kendi içine dönen ABD, Avrupa'daki gelişmelere karışmama politikasını benimser.


Yazının devamı

12 Kasım 2008 Çarşamba

Çankaya Köşkü’nün arazisi

Çankaya Köşkü - Ankara


Çankaya Köşkü malum, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları'nın ikamet ettiği Ankara'da bir köşktür. Hürriyet yazarı Soner Yalçın 25 Mart 2007'de, Çankaya Köşkü’nün ilk sahibinin Ermeni olduğunu ifşa eden bir yazı yayınladı. Yazısında, o zaman üzerinde bir bağevi olan arazinin savaş sırasında kenti terk ederken bir Türk'e satıldığı anlatılıyordu.



Sonradan anlaşıldı ki, arazinin sahibi Kasapyan ailesinden Edward J. Çuhacı Soner Yalçın'a bir mektup göndermiş ve mektubunda, ailenin araziyi hiçbir zaman satmadığını, 1915 yılındaki tehcir sırasında devletin ailenin tüm mallarıyla birlikte araziye de el koyduğunu anlatmış. Fakat bizler bu mektuptan ancak Ayşe Hür , Taraf Gazetesi'nde bahsettiğinde haberdar olabildik. Sayın büyüklerimiz tarafından aksi yönde bir açıklama yapıldığına da şahit olmadık.

NOT 1: Kürşat Bumin bu mektuptan 20.05.2007'de Yeni Şafak gazetesinde bahsetmiş.

NOT 2: Bir blog'ta ise yukarıda bahsi geçen mektup olduğu söylenen şu metin yer alıyor:

“Sayın Soner Bey,

Bugünkü Hürriyet’teki yukarıdaki başlıklı yazınızı dikkatle okudum ve çok enteresan buldum.

Şu açıklamalarda bulunmak isterdim:

1. Annemin kızlık ismi: ROZ KASAPYAN. Doğum yeri: Ankara 1896-2001. Babasının (yani dedemin) ismi OHANNES KASAPYAN Doğum yeri: Ankara 1857-1944.

2. Çankaya köşkünü Kasapyan ailesi hiçbir kimseye satmamıştır. Devrin hükümeti yalnız o köşkü değil, bütün mallarını ve mülklerini ellerinden alıp Ağustos 1915 yılında tüm aileyi sürgüne sevk etmişlerdir. Benim babam (Ankara doğumlu 1887-1930) o tarihlerde ecnebi bir şirketin sahibi olduğu demiryolunda çalışması vesilesiyle tüm aileyi Ankara’dan (Konya yoluyla) İstanbul’a kaçırmıştır.

3. Ayrıca Kasapyan ailesinin sahip oldukları mülkler arasında Keçiören’deki bağ evi vardı ve bu bağa da Vehbi Koç ailesi sahip olmuştur. Bundan birkaç sene evvel (belki 15 veya daha fazla) İstanbul gazetelerinden birinde bu bağ evinin resmi çıkmıştı -bu evi Vehbi Bey müzeye çevirmişti- ve annem rahmetli Vehbi Bey’e bir mektup yazmıştı. Vehbi Bey de anneme o bağ evinin renkli bir fotoğrafını yollamıştı. Annem bu evde çocukluk yıllarını geçirmiştir. Bize daima o günlerden bahsederdi.

4. Ayrıca Ankara’da dedemin ailesi ve kardeşleri kendi paralarıyla bir (Ermeni Katolik) kilise inşa etmişlerdi ki, bu kilise de yakılmış.

5. Dedemin ailesi, kardeşleriyle birlikte Ankara keçisinin tiftiğini (Angora Wool) İngiltere’ye ihraç edermiş. Ve kardeşlerden bir tanesi İngiltere’de Bradford şehrinde yerleşmiş ve Ankara keçisinin tiftiğini İngiltere’de pazarlarmış. Ben İTÜ’nün mimarlık fakültesinden 1954 senesinde mezun oldum. Yedek subaylık görevimi bitirmemi müteakip evlendim ve 1957 Şubat ayında eşimle Kanada’ya muhacir olarak geldim. Hamdolsun, Ottawa’nın belli başlı mimarlarından biriyim.

Saygılarımla, Edward J. Çuhacı”



Yazının devamı

10 Kasım 2008 Pazartesi

İsmet İnönü ve eniştesi


İsmet İnönü


M.K.Atatürk son zamanlarında İsmet İnönü ile dargındır. İsmet İnönü’nün başbakanlığı sırasında dış politika konusundaki anlaşmazlıkları bir yana ipleri koparan bir bira fabrikası olmuştur. Milletvekili Ahmet İhsan Tokgöz İstanbul Bomonti bira fabrikasının hisselerini alır ve yönetim kurulu başkanı olur. İsmet İnönü'nün eniştesi Kudüslü Abdürrezzak’ı da yönetim kuruluna alır. O dönem Bomonti bira fabrikasının tek rakibi Mustafa Kemal Atatürk’ün imarı ile özel olarak ilgilendiği Ankara Orman Çiftliği içindeki bira fabrikasıdır. Tokgöz ve Enişte Abdürrezzak İsmet İnönü’yü Orman Çiftliği’ndeki fabrikanın memleket kaynaklarını gereksiz yere harcadığı ve kapatılması lazım geldiği konusunda ikna ederler. Konu Mustafa Kemal Atatürk’e gidince durumu kendisi de yabancı uzmanlara analiz ettirir. Çıkan sonuca göre fabrikanın birasının oldukça kaliteli olduğu, kapatılması bir yana büyütülerek İstanbul’a da bira satılabileceği anlaşılır. Mustafa Kemal konuyu görüşmek üzere İnönü’yü bir 1937 akşamı yemeğe çağırır. Gece, İsmet İnönü’nün “Paşam, artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız?” çıkışıyla sona erer. Bunun üzerine İsmet İnönü Başbakanlık görevinden alınır yerine Celal Bayar atanır.


Ertesi gün Mustafa Kemal Atatürk’ün İnönü’yü trende kompartımanına çağırarak “Görev arkadaşlığımız bitmiştir, ama dostluğumuz devam edecek” demiş olması “Aslında İnönü’yü idam ettirecekti, ortada kalmasınlar diye de vasiyetinde çocuklarına para bırakmıştır” söylentisinin çıkmasına engel olamamıştır.


Ankara Orman Çiftliği'ndeki fabrika envanterine rakı ile şarabı da ekleyip TEKEL icin üretime devam etmis, ta ki 2004'te özelleştirilip Mey İçki'ye satılana kadar. AOÇ'taki arazi satılamadığından 5 yıllığına kullanım hakkı verilmiş, 5 yılın sonunda TEKEL'e geri devredilecek. Daha sonra Mey İçki Amerikalı bir şirkete satılmış. Fabrikanın kullanım hakkı şimdi onlarda, 2009'da TEKEL'e geri vermeleri gerekiyor.


Yazının devamı

15 Ekim 2008 Çarşamba

Dikkat izleniyorsunuz

"Dikkat izleniyorsunuz" desem "bi geç, onu biliyoruz zaten, yeni bi'şey söyle" diyeceksiniz ama bi dakka, Microsoft, Google, CIA, MİT tarafından falan değil, bizzat ben bile izleyebiliyorum sizi. Web sitesi veya blog sahibi olanların çoğu bilir, Google bir süredir Google Analytics adlı ücretsiz bir hizmet veriyor. Ekleyeceğiniz küçük bir program parçası sayesinde sitenize uğrayanlar hakkında fikir sahibi olabiliyorsunuz. Gelen ilk defa mı gelmiş, daha önce gelmiş biri miymiş, hangi sayfayı açmış, sayfada kaç dakika kalmış, hangi ülkeden, hangi şehirden, hangi servis sağlayıcıdan gelmiş, işletim sistemi nedir, ekran çözünürlüğü nedir vs gibi bilumum detay size sunuluyor. Ama korkmayın IP adresiniz belli olmuyor.

Benim en çok hoşuma giden kısmı ise hangi Google aramaları ile sizin sayfanıza ulaşıldığı bilgisi. Aşağıda sizin için böyle binlerce aramadan -imlasını aynı bırakarak- ilginç ve naif olanları seçtim:

Samimi Sorular

  • şişlide sular kesik ne zaman gelir 5 eylül 2008
  • rus kızları niye meşhur
  • ibadeti ettigi yer var ya ismi cami neden bu isim konulmuş acaba
  • camilerde kablolar var aşağıya inmesinin sebebi nedir
  • 1914 yılında başlayıp 1918 biten osmanlı devletinin yıkılmasına sebep olan savaş hangisi
  • şişli ulustan sonra mı
  • cumhurbaşkanlığı forsunda kaç yıldız var ne işe yarıyo


Zor Sorular
  • eski medeniyetteki soylular alfabeyi nasıl öğrenmiştir?
  • kutup ayısının suya girdiğinde burun kapanma sebebi
  • benzin bitiyor nasil anlariz
  • dinazorlarla aynı suyumu kullanıyoruz
  • hangi bilim insanı herkes o dili konuşsun diye ne dili buldu
  • sabrı biten ne yapmalıdır
  • uluslararası vakıflar truva atımı
  • istanbuldaki piskopat semtlerin sıralanışı
  • japonlar yogurdu nasıl yer
  • zarar görmüş ve okunamayan işaret levhalarının bizler için zararları
  • odtü makinami gazi makina mi daha iyi
  • bugünkü makinalarla süveyş kanalı ne kadar zamanda yapıldı
  • atom bombasının patlaması hissedilen duygu
  • 2. dünya savaşını kim yenmiştir?
  • ay tutulması sırasında yapılan ıbadet
  • boğaza yaprak kaçınca napılır
  • insanın ayağına çivi battığında napılır
  • sigaradan dolayi ayak kesilirmi
  • bu dünya maliki kimin kimlere ait
  • kaplumbağanın kör olmasının sebebi
  • kaplumbağanın tırnakları kesilirmi?
  • tavşanın bıyıkları kesilirmi


Nassı yani?
  • tarım ve nesne arasındaki bağlantı nedir piç
  • hani hiroşima varya piç
  • orta asyadan gelen göktürkler nasıl çıktı
  • sabik sabanci muzesi
  • çocuk abidelerinde tedavi nasıl edilir
  • dünyanın birinci ikinci üçüncü köpekleri
  • türk tarihinde uçak gemilerinde neden mancınık kullanıldı
  • osmanlı devletinin çöküşten kurtarmak için atılan fikir akılları nelerdir
  • bilyeli kişi nasıl olunur
  • anadolu'dan doğan güneş bize yol gösterdi adolf hitler
  • titanik gemisi niksar kadar var mı
  • ingiliz kraliçesi sürüngen mi
  • atatürk eskiden ingilizce bilirmiydi
  • gemi batmış bi adada mahsur kalmış bunları kim kurtarmaya gider
  • neden güneş dünyanın etrafında dönmüyor
  • bandırma vapuru titanik midir
  • mezardan radyasyon çıkar mı?
  • hayvan bokundan doğalgaz yapımı
  • kaplumbağa türkiyede hangi şehirde yaşar
  • sağ taraf kuzey mi


Dünya Türk olsun
  • hz ibrahim türkmü
  • babilliler türk mü?
  • cro magnon türkleri atası
  • hz. adem öntürk


Aziz Yıldırım
  • aziz yildirim camii
  • aziz yildirim kilise
  • aziz yildirim gemi
  • aziz yildirim rusya gemi
  • aziz yildirim rum
  • aziz yıldırım çerkes
  • aziz yıldırım ermeni
  • aziz yıldırım aslen
  • aziz yıldırım gürcü mü
  • azizi yıldırım mason mu


Yazının devamı

15 Eylül 2008 Pazartesi

Güzelleme - Güncelleme

GÜZELLEME

Ulan Ümit Oğuzcan
Ulan hergele
Ulan ekşimiş ayran
Ulan düdüklü tencere
Edebiyat senin neyine
Behey mantar kafalı
Behey çengelli iğne
Behey çamaşır mandalı
Ne desem azdır sana
Behey hacıyatmaz
Bırak şiiri bir yana
Ulan adam ol biraz

Ümit Yaşar Oğuzcan




GÜNCELLEME

Ulan Serdar Sabri
Ulan hergele
Ulan ekşimiş ayran
Ulan düdüklü tencere
Blog senin neyine
Behey mantar kafalı
Behey çengelli iğne
Behey çamaşır mandalı
Ne desem azdır sana
Behey hacıyatmaz
Bırak tarihi bir yana
Ulan adam ol biraz


Yazının devamı

12 Ağustos 2008 Salı

Tunguska Olayı

100 yıl önce bu aralar, yine mistik Rusya’nın mistik bir köşesinde alışılmadık bir olay vuku bulur.


Tunguska


Tarih 30 Haziran 1908, saat sabah 07:00 civarı, yer Sibirya.

Gökyüzünde insanoğlu’nun o zamana kadar tanıklık etmediği bir patlama olur. Patlamanın şiddeti Hiroşima’ya atılan atom bombasından 650 kat daha güçlüdür. Patlamanın sesi 1,000 km uzaktan duyulur. Patlamanın merkezindeki ağaçlar hariç, 20 km’lik yarıçaplı bir çember içindeki bütün ağaçlar patlamanın basıncıyla devrilir, ayakta kalan ağaçlarınsa bütün yaprakları dökülür. Olay yerinden 60 km uzaktaki insanlar 5-6 m öteye fırlatılır. Patlamaların arkasından kavurucu bir rüzgâr eser. Avrupa’da 5.0 büyüklüğüne eşit bir deprem olarak algılanır, şok dalgaları İngiltere’de dahi hissedilir. Şok dalgaları yerküreyi iki kez dolaşır, dünyanın manyetik alanında değişiklikler saptanır. Olaydan sonra haftalarca kurum ve toz yağdığı anlatılır. Kafkasya’da insanlar haftalarca havadaki fosforik parıltı nedeniyle gece gazete okunabilecek kadar aydınlanırlar.


Tunguska Olayında dümdüz olan ormanlar
Tunguska Olayında dümdüz olan ormanlar



Olay yerinde yıllar sonra yapılan incelemelerde radyoaktiviteye ya da bir kratere rastlanmaz. Patlama yeryüzünden 10 km kadar yukarıda olmuştur. Patlamanın sebepleri hakkında spekülatif iddialar ileri sürülür. O sırada bir karadelik oluştuğu, ya da bir madde-antimadde çarpışması olduğu söylenir hatta bir UFO kazasıdır diyenler bile çıkar. Benim favorim bazı Rus uzmanlar’ın ürettiği teori, buna göre, dünyaya kıyameti getirecek büyüklükte bir meteor çarpmak üzereyken, dünyayı korumak isteyen ileri bir uygarlık tarafından çarpışma olmadan havada patlatılmış meğer. Diğer bir hoş iddia ise Nikola Tesla, keşfettiği “death ray” adlı bir silahı test ederken bu kazaya sebebiyet vermiş ve silahın yarattığı faciayı görünce silahı tekrar bulunmamak üzere yok etmiş.

Neyse ki, bilim adamlarımız çıkar ve olayı aydınlatır. 30 Haziran 1908’de Beta Taurid meteor yağmurunun oluştuğunu tespit edilir. Bu meteor yağmuru her 3,3 yılda bir dünyanın yanından geçen Encke kuyruklu yıldızının parçalarıdır. Olay 1-10 milyon ton ağırlığında bir buz kütlesinin saniyede 30 km, ya da saatte 108 000 km bir hızla gelip, yere çarpmadan havada infilak etmesidir (yerse). National Geographic bu açıklamayı web sayfasında simüle eder.

NASA, BBC ve MSNBC olayı 100. yıldönümünde hatırlatır.

Bu talihsiz olay sinemada çok talihli bir filmin yapılmasına vesile olur, Tarkovsky bu olaydan esinlenerek Stalker’ı yapar. X-Files Tunguska olayını 4.sezonunda kullanır ve Tunguska Olayı Martin Mystere’de de çiziktirilir.


Yazının devamı

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Büyük Orta Doğu Projesi & Akdeniz Birliği

Bush’un Büyük Orta Doğu Projesi ile Sarkozy’nin Akdeniz Birliği çantadan ilk defa çıkarılmıyor, bu fikirlerin nasıl oluştuğunu anlamak için II.Dünya Savaşı sonlarına doğru uzanmak gerek. 1945’te yapılan Yalta ve Potsdam konferanslarında SSCB Türkiye’nin Birleşmiş Milletler üyeliğine muhalif idi, daha fenası Doğu Anadolu sınırını yeniden görüşmek ve Boğazlar üzerinde de söz hakkı istiyordu. İngiltere buna muhalefet ederken ABD konunun SSCB ve Türkiye arasında görüşülmesini onaylamıştı. ABD II.Dünya Savaşındaki tutumu nedeniyle bir iyilik yapma niyetinde olmamakla birlikte SSCB’nin çarlık zamanlarından kalma Akdeniz’e inme arzularını durduran kritik jeopolitiğe haiz Türkiye’ye Birleşmiş Milletler’in kurucu üyeliği şansı tanıdı. Yalta Konferansı’nda 1 Mart 1945’e kadar ortak düşman Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eden bütün ülkelerin Birleşmiş Milletler üyeliğine alınacağına dair bir deklarasyon yapılınca, Türkiye 23 Şubat 1945'de Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti ve Birleşmiş Milletler’e üye oldu.

II.Dünya Savaşı’nın müttefiklerce kazanılması ve bilhassa atom bombasının ürkütücü gücü Türkiye elitlerinin tarafsızlık politikalarını gözden geçirmelerine neden olmuştu. Batı dünyasının gözüne girmek için 1946’da tek parti dönemine son verildi -bir süreliğine- ‘demokrasi’ ye geçildi.

Şubat 1949’da İngiltere’nin ön ayak olması ile bir Akdeniz Birliği örgütlenmesi gündeme geldi. İngiltere, Fransa, İtalya, Türkiye ve Yunanistan’ın oluşturacağı birliğin amacı görüntüde Arap ülkeleri ile ilişkileri geliştirmek olacaktı.

Türkiye Nisan 1949’da kurucu üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Hollanda, Belçika, Danimarka, Portekiz, Norveç, İzlanda ve Lüksemburg olan NATO’nun dışında kalmıştı. Bunun üzerine acilen 1949’da Avrupa Konseyi’ne üye olundu, Mayıs 1950’de yapılan NATO üyelik başvurusu ise “coğrafi” nedenlerle reddedildi. Yunanistan da aynı şekilde reddedilmişti. ABD, Türkiye’yi Akdeniz Birliği projesine yönlendirmek için NATO kapısını kapalı tutuyordu.

1950’de Kore Savaşı patlak verdi. Türk Hükümeti Temmuz 1950’de Birleşmiş Milletler’in Kore’ye asker gönderme çağrısına uyarak -ABD ordusu yönetimine- 4.500 asker göndereceğini açıkladı. Türkiye’nin Ağustos 1950’de NATO üyeliği için yaptığı ikinci başvuru yine reddedildi. Buna rağmen Kasım 1950’de Kore’ye asker gönderme kararı TBMM’ce onaylandı. Kore Savaşı devam ederken Türkiye ABD’ye bir ortaklık anlaşması teklif etti, bu teklif de reddedilince Türkiye basını ilişkileri ciddi şekilde sorgulamaya başladı.

ABD’nin Türkiye ve bölge için yazdığı senaryo bir süre sonra İngiltere tarafından açıklandı. Kilit rol Türkiye’de olacak şekilde bölgede “Orta Doğu Komutanlığı” adlı askeri bir örgütlenme öngörülüyordu. ABD ve İngiltere için kritik öneme sahip olan Süveyş Kanalı ile yeni kurulan İsrail Devleti’nin güvenliğini hedefleyen örgütlenmenin üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Yunanistan ve Mısır (belki daha sonra İsrail) olacaktı. Dönemin CHP’si ülkenin laik karakteri ile bağdaşmadığı gerekçesi ile oluşuma karşı çıkarken Menderes bunun Türkiye’nin bölgedeki gücünü arttıracağını savunuyordu. DP’nin muhalif olduğu şey yapılanmanın İngiltere kontrolünde olmasıydı, onun yerine NATO kontrolü arzulanıyordu. Fakat Mısır Türkiye’nin batılılarla birlikte bir projede yer almasını şüpheyle karşılamıştı, aynı zamanda SSCB’yi karşısına almaktan çekiniyordu. Mısır bu projenin içinde yer almayacağını açıkladı.

Ortada ne Akdeniz Birliği projesi ne de Orta Doğu Komutanlığı kalınca Eylül 1951’de Türkiye ve Yunanistan NATO’ya davet edildi.

Bu hikaye Türkiye’nin Avrupa Birliği macerası için de bir fikir verdi mi size?


Yazının devamı

3 Ağustos 2008 Pazar

Mustafa Kemal İngilizce bilir miydi?

Sn. Mehmet Ali Kılıçbay AKTÜEL’deki bir yazısında, Mustafa Kemal Fransız ekolü yerine İngiliz ekolünden gelmiş olsaydı, ya da Fransızca yerine İngilizce bilseydi daha şanslı olurduk diye düşünen aydınları eleştirmiş, İrlanda, Pakistan ve Irak gibi ülkelerin İngiliz sömürgeciliğinden çektiklerini -haklı olarak- hatırlatmış, Anglosakson kültürün elitist olduğunu eklemişti. Sn. Kılıçbay, Türkiye'nin kendi elitist yapısını kırmaya çalıştığı bu günlerde, Hindistan’ın kendine has yapısından ve demokrasi tecrübesinden bahsetmemişti.

Aslına bakacak olursanız Mustafa Kemal için İngilizce bilmiyordu demek haksızlık olur, o dönem verdiği demeçlere bir bakalım:

"Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim..." (Price, Extra-Special Correspondent, 14 Kasım 1918)

"...bütün Osmanlı milletinin İngilizler'den daha hayırhah bir dost olamayacağı kanaatıyla mütehassıs olmaları pek tabidir" (Minber, 17 Kasım 1918)


"Britanya Hükümetinin Osmanlılara karşı olan hüsnü niyetlerinden şüphe etmek istemem." (Vakit, 18 Kasım 1918)


Mustafa Kemal İzzet Paşa hükümetine Harbiye Nazırı olmak için desteğini istemek üzere İngiliz temsilcisi/ajanı Rahip Frew ile Pera Palas'ta buluşur. Vahdettin 15 Kasım, 29 Kasım, 20 Aralık 1918'de Mustafa Kemal'i huzuruna kabul eder. En son 12 Mayıs 1919'da "Paşa, paşa, devleti kurtarabilirsin diyerek" diyerek Samsun'a uğurlar. Mustafa Kemal'in devletlilerine yanıtı "Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz. Bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım" olur (Falih Rıfkı'nın kitabından). Bandırma gemisinde o kadar çok general rütbesinde asker vardır ki İngiliz istihbarat görevlisi J.G.Bennett gemiyi boğazda bekletir, Vahdettin'den olur alındıktan sonra Bandırma yoluna devam edebilir.

Rahmetli İdris Küçükömer Milli Mücadelenin antiemperyalist bir savaş olmadığını söyler. Hakikaten 1920-1922 arasında kaç İngiliz askeri ölmüştür Anadolu'da? Genelkurmay'ın verilerine göre "İstiklal Savaşı" nda verilen şehit sayısı 10,000 dolayındadır, bu rakamı Çanakkale ve Sarıkamış'ta verilen şehit sayısıyla kıyaslayınca -Tanrı beni affetsin- biraz sönük kalıyor. Musul meselesi daha sonuca bağlanmamışken, Hindistan’daki Müslümanlar nedeniyle İngilizlere ayakbağı olan Hilafet meselesi onları bile şaşırtacak şekilde pat diye halloluverir.

Anlaşılan, Mustafa Kemal İngilizce bilmiyordu belki ama İngilizler'le gayet güzel konuşuyordu.


Yazının devamı

29 Temmuz 2008 Salı

Ergenekon İddanamesi - Sözcük analizi

Sözcük , Adet
mehmet , 3302
veli , 3032
örgüt , 2801
ergenekon , 2778
tape , 2637
telefon , 2617
küçük , 2534
muzaffer , 2503
terör , 2476
şüpheli , 2259
kemal , 2203
tekİn , 2044
İstanbul , 2027
perinÇek , 2018
türkiye , 1944
fikri , 1932
türk , 1905
doğu , 1902
kuvayı+kuvai , 1897
abi , 1675
milliye , 1659
hüseyin , 1464
öztürk , 1269
ulusal , 1196
tespit , 1191
muhammet , 1189
ankara , 1186
karadağ , 1186
tck , 1167
cumhuriyet , 1143
kerİnÇsiz , 1026
ümit , 1014
sevgi , 987
yildirim , 987
selçuk , 981
oktay , 954
silahlı , 946
erenerol , 938
hayrettin , 922
bilgi , 910
ertekin , 906
ahmet , 849
sedat , 847
alparslan , 801
kömürcü , 762
zekeriya , 762
selim , 746
tuncay , 741
alemdaroğlu , 705
murat , 705
peker , 701
Şahin , 657
danıştay , 646
arslan , 635
alman , 633
işçi , 633
abdullah , 609
emekli , 597
erol , 587
orhan , 586
pkk , 578
osman , 577
sami , 559
İlhan , 550
İlsever , 543
ferid , 532
mustafa , 532
İsmail , 520
poyraz , 492
hoştan , 481
atatürk , 480
güney , 477
ergün , 471
komutanım , 463
ibrahim , 437
mİt , 434
akkurt , 417
mahmut , 416
bilgisayar , 415
yusuf , 410
erkut , 409
adnan , 407
semih , 393
kurmay , 385
mail , 384
internet , 380
oğuz , 372
ayhan , 355
gürses , 349
ordu , 345
aydınlık , 343
tufan , 341
asker , 338
akfirat , 330
albay , 330
polis , 315
gazeteci , 300
jandarma , 298
muammer , 298
gülaltay , 297
abd , 284
darbe , 283
kemalist , 243
mafya , 235
pamuk, 232
genelkurmay , 226
ümraniye , 224
öcalan , 210
paşam , 209
susurluk , 205
tsk , 184
hrant , 172
izmir , 159
şener , 156
add , 146
nato , 127


Parti isimleri
akp , 290
mhp , 216
chp , 171
dyp , 37
anap , 28
hadep , 18
bbp , 4

İstihbarat örgütleri
mİt , 434
cia , 109
mossad , 49
fbi, 7
mi6 , 7
interpol , 2
kgb , 0

Güncel bazı sözcükler
nato , 127
gladio, 114
agarta, 21
glock, 40
gmail, 79
google, 4
internet, 520


'Ergenekon Örgütünün TSK ve MİT ile İlgisi Yoktur' derken
komutanım , 463
mİt , 434
kurmay , 385
ordu , 345
asker , 338
albay , 330
jandarma , 298
genelkurmay , 226
tsk , 184

'Erenerol' versiyonları
ereerol, erenarol, erenelol, erenenerol, erenereol, erenerof, erenerou, erenol, erenorol, erenrol

2. iddianame'nin sözcük analizi

KAYNAK:
1-400 sayfa aralığı
401-800 sayfa aralığı

801-1200 sayfa aralığı

1201-1600 sayfa aralığı

1601-2000 sayfa aralığı

2001-2400 sayfa aralığı

2401-2455 sayfa aralığı

Bütün sayfalar tek bir dosyada ZIP'li!..


Yazının devamı

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Gülcemal

"Ey gülcemal gülcemal
Dört tane direğin var
Aldın gittin yarimi
Ne hain yüreğin var"


- Halk türküsü -

Gülcemal  (nam-ı diğer Germanic)
Gülcemal (nam-ı diğer Germanic)


Kazım Karabekir’in Gülcemal’le Anadolu’ya geçişinin hikayesini kendi hatıratından okuyalım (İstiklal Harbimiz-I) :

“12 Nisan 1335 Gülcemal Vapuruyla akşama doğru İstanbul rıhtımından hareket ettik. Kızkulesiyle Selimiye arasında demirledik. İtilaf memurları kontrol edecekler! Herhangi bir tarafa gidecekler büyük müşkilatla, vesikalarını İngiliz, Fransız üniformalı yerli Rum ve Ermeni askerlerinin envai hakaretine uğrayarak ve rüşvet vererek yapmak kaç zamandır usul olmuş. Vapurlarda bu tasdikli vesikaları olmayanlar hakaretle, dayakla dışarı atılıyormuş! Böyle bir heyet bizim vapuru da aradı. Vesika yaptırmamış şarka giden iki zabit, kömürcü kıyafetine girerek ocak başında görülerek kurtuldular. 13 Nisan sabahı rüzgarlı ve bulutlu bir havada Boğaz’ı çıkarken bir saadet rüzgarı gibi kalbim coşuyordu. Büyükdere önünden geçerken o, 28 Teşrinisani 1334’te Büyükdere’ye çekilmek üzere bulunan İngiliz bayrağının rüzgardan çırpındığını gördüm. Bu sefer gurur duydum. Buna ve Boğaz’ın tarafeynindekilere, “Hepiniz, hepiniz inmeye mahkumsunuz” dedim. Çok seviniyordum. Sanki her düşüncem kuvvet ve her kuvvet muvaffakiyet olmuştu. “Cihan yıkılsa Türk yıkılmaz!” diyordum. Yaverime de programımı anlattım. Sevinçle artık Karadeniz’de yol alıyorduk. Zonguldak, Sinop...17 Nisan’da Samsun’a vardık.”

İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’ya tayinini yaptıran ilk komutan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa olmuştu. Onun arkasından Kazım Karabekir, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye ısrarla Anadolu’ya geçmelerini rica ettikten sonra tayinini Erzurum’a çıkarttı ve 17 Nisan 1919’da Gülcemal’le Samsun’a oradan Trabzon’a oradan da Erzurum’a geçti. İsmet (İnönü) Bey ve Mustafa Kemal o sıra Ahmet Rıza veya İzzet Paşa başkanlığında bir kabine kurulması için uğraşıyorlardı. Hatta Kazım Karabekir, İsmet Bey’in kendisine İaşe Nezaretini teklif etmesine içerlediğini ve bunu İsmet Bey’e “İaşe Nezaretinin açlıktan ölenlere mersiye-hanlık olur” diyerek ifade ettiğini hatıratında dile getiriyor. İzzet Paşa’dan beklediği Harbiye Nazırlığını elde edemeyen Mustafa Kemal İstanbul’da bir sonuç alınamayacağına kani olunca, Padişah VI.Mehmet Vahdettin’in oluruyla görülmemiş yetkiler donanmış halde, 9. Ordu Müfettişi olarak Mondros Mütarekesinin 7. Maddesi uyarınca İtilaf Devletleri tarafından girişilecek olası yeni bir işgali önlemek üzere, 19 Mayıs 1919’da Bandırma gemisi ile Samsun’a çıkıyor. İsmet Bey ise çok sonra, İngilizler tarafından Malta’ya sürülmekle Anadolu’ya geçmek arasında bir tercih yapmak zorunda kaldığında Anadolu’ya geçiyor.

Yakın tarihimizde Yavuz’un (ilk adı: Goeben, uzunluğu: 187 m, ağırlığı: 25,000 ton, yakıtı: kömür) savaş gemisi olarak kazandığı ün ve hayranlığa ulaşmış bir başka efsane gemi Gülcemal’di. Gemi kömürlü ve yelkenlidir, iki bacası 4 yelken direği vardır, ağırlığı 5,000 tondur. Gülcemal savaş zamanında asker ve mühimmat taşımakla beraber 1875 yılında transatlantik olarak inşa edilir, bir süre Atlantiği en hızlı geçen gemi ünvanını elinde tutar, Avrupa’nın değişik şehirlerinden ve İstanbul’dan Amerika’ya göçmen taşır.

Türkiye’ye geldikten sonra bir süre posta gemisi olarak çalışır sonra Karadeniz’de düzenli yolcu seferleri yapar. Nice ünlü/ünsüz yolcusu olmuştur. Kimler yoktur ki yolcuları arasında, siyasi sürgün olarak Avrupa’dan Amerika’ya giden sarıklı Jöntürk Ubeydullah Efendi (Hatipoğlu) , Trabzon’dan İstanbul’a gelen Ermeni patriği Zaven Efendi (1915), Hamidiye Kahramanı Rauf Bey’in de aralarında bulunduğu Mondros Mütarekesi’ni imzalamaya giden heyet (1918), İstanbul’dan Trabzon’a geçen Kazım Karabekir (1919), bozguna uğradıktan sonra İzmit’ten İstanbul’a dönen Kuva-yı İnzibatiye askerleri (1920), Milli Mücadele zaferi sonrası Trakya'yı teslim almak üzere İstanbul’a gelen Refet Paşa (1922), İstanbul’dan New York’a bağış toplamak üzere giden Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kurucusu Dr. Fuat Umay (1923), Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Türkiye’ye dönüşünde İsmet İnönü (1923), Selanik’ten Anadolu’ya göç ettirilen Lozan Mübadilleri (1924), Cumhuriyet’in ilanından sonra Marmara gezilerinde M.K. Atatürk, Çanakkale’den İstanbul’a M.K.Atatürk ve konuğu İran Şahı Rıza Pehlevi (1934). Yolculuk yaptıklarından emin olunamayanlar ve bilhassa yolculuk yapmayanlar da var. İstanbul’dan İzmir’e Mustafa Kemal’e suikast için gelen Laz İsmail ile Laz Yusuf (1926) ve dünyanın en uzun yaşamış 2. insanı, 10 Osmanlı padişahı ile 2 Cumhurbaşkanı görmüş ve 157 yaşında ölmüş olan Zaro Ağa’yı (1777-1934) Amerika’ya götürdüğü hususlarındaki rivayet muhtelif.

İkinci Abdülhamid’in torunu, sürgündeyken hanedan reisliği (saltanat devam etse idi padişahlık) yapmış olan Mehmet Orhan Efendi saltanat ailesinin sınırdışı edilişi sırasında (3 Mart 1924) Gülcemal’e neden binmediklerini şöyle anlatıyor:

“Ailenin çoğu istasyondaydı. Daha evvel tren yerine vapurla gitmeyi düşünmüştük. Ama ‘Hanedanı, Gülcemal vapuruna koyup Çanakkale’yi geçtikten sonra vapuru batıracaklar’ diye bir şayia çıkmıştı. Şehzadelerin çoğu, bu yüzden fikrini değiştirip trenle gitmeye karar verdi.”

Britannic (I) & Germanic

Britannic (I) & Germanic


Gülcemal 1875 yılında İngiltere’de White Star Line Şirketi tarafından yaptırıldığında adı SS (steamship) Germanic idi. Germanic’in aynı tersanede yapılmış bir de ikiz kız kardeşi vardı, Britannic (I). Britannic (I)’in ilk adı Hellenic iken yüzdürülmeden hemen önce değiştirildi.

White Star Line Şirketi aynı zamanda ünlü transatlantik Titanic ve kız kardeşleri Olympic ile Britannic (II)’yi yapan denizcilik şirketidir. R.M.S. (Royal Mail Ship) Titanic 15 Nisan 1912’de bir buzdağına çarparak battı. Mühendisler kendi büyüklüğünde bir gemi ile çarpışsa bile Titanic’in batmasının 2 gün süreceğini bu sürede de mutlaka yardım ulaştırılacağını düşünüyorlardı. Ancak Titanic 2-3 saat içinde 1,500’den fazla yolcusuyla Kuzey Atlantik’in soğuk sularına gömüldü. Olympic üç kardeşin arasında Atlantik’i geçerek “transatlantik” adının hakkını verebilen tek gemi oldu. Savaştan sonra 1934’e kadar yolcu taşımaya devam etti, 1935’te söküm için satıldı. Üçüncü kız kardeş, Gülcemal ve ikizinin büyük ablaları H.M.H.S. (His Majesty's Hospital Ship) Britannic (II)’nin tersanedeki adı aslında Gigantic idi. Savaş başladığında vatansever duygular ağır basınca adı Britannic yapıldı. I. Dünya Savaşı çıkınca İngiliz donanmasında hastane olarak kullanılan Britannic (II), altıncı seferinde Çanakkale Savaşı’nda yaralanan İngiliz askerleri almak için Ege’de yol alırken Alman denizaltıları tarafından batırıldı ya da bir mayına çarparak 57 dakika içinde (Titanic'İn yarısı skadar bir sürede) battı. Battığı yer Atina’nın 60 km güneydoğusunda Kea Adası yakınlarında idi. Bulunduğu yer 1976’da ünlü deniz araştırmacısı Jacques Cousteau tarafından tespit edildi.

Gülcemal 1905’te Dominion Line şirketine satıldı ve adı Ottawa olarak değiştirildi, 1910’a kadar Kanada sularında yolcu taşıdı. 1911’de Osmanlı Hükümeti'nce 15 bin altına satın alındı, adı Gul Djemal kondu, Sultan V. Mehmet Reşat’ın Arnavut asıllı annesinin adıydı, “gül yüzlü” anlamına geliyordu.

Gülcemal  (nam-ı diğer Germanic)
BRITANNIC (I) ve BRITANNIC (II)’nin maketleri. BRITANNIC (I) yani Gülcemal’in ikizi, 1874 yılı yapımı, ağırlığı 5,000 ton. BRITANNIC (II) yani Titanic’in ikizi, 1911 yılı yapımı 50,000 ton (Encyclopedia Titanica)



İlk görevi Osmanlı askerlerini Yemen’e taşımaktı. I. Dünya Savaşı çıktıktan sonra 1915’te bu sefer Çanakkale’ye asker taşıdı. Deniz üzerinden “Çanakkale Geçilmez” idi fakat suyun altından İngiliz denizaltıları içeri girebiliyorlardı. Gülcemal 3 Mayıs 1915’te Marmara’ya sızmış bir İngiliz denizaltısı tarafından İmralı Adası önlerinde torpillendi. Aldığı yara gemiyi batıramadı, Gülcemal İstanbul’a çekilerek onarıldı. Denizaltı personeline verilen 20,000 sterlin’lik ödül daha sonra vurulanın bir sivil gemi olduğu anlaşılınca (Gülcemal 4,000 asker taşıyordu) ödül mürettebattan geri istenmişti. İngiliz denizaltıları Gülcemal’den başka, İstanbul'a kadar gelerek Karaköy Limanı'nda cepheye asker sevkiyatı için bekleyen bir Osmanlı gemisini de torpillediler. Gebze kıyılarında denizaltıdan sızan bir İngiliz askeri, cepheye asker taşımak için kritik olan bir trenyolu viyadüğünü havaya uçurdu. Bu, sabotaj tarihine denizaltıdan yapılan ilk eylem olarak geçti.

Gülcemal savaş bitiminde Alman askerlerini evlerine geri götürdü. 1921’de Ottoman-American Line şirketi adına Amerika’ya göçmen taşıdı. Daha sonra yolcu taşıma görevine Karadeniz’de devam etti. 1928’de Türkiye Seyrisefain İdaresi’ne (Denizyolları İşletmesi) geçti ve adı Gülcemal olarak düzeltildi.

Karadeniz’de çalıştığı dönemde bu güzel gemi halkın sevgilisi olmuş, adına türküler yakılıp, efsaneler üretilmiş. Gülcemal 1930’larda İzmir'den İstanbul'a gelir Kuruçeşme'deki Galatasaray Adası’ndan kömür ikmali yapar, İstanbul'dan tüm Karadeniz kıyı kentlerini dolaşıp sonra Hopa'dan geriye dönermiş, bu yolculuk 15 gün sürermiş. Ünye’de “oyalanma” manasına “sakın Gülcemal vapuru gibi her yere uğramadan git gel” derlermiş. Karadeniz kıyı kentlerinin sığ limanları yanaşmasına müsait olmadığından açıklarda demirleyen Gülcemal'in yanına yanaşan kayıklar yolcuları ve eşyalarını kente taşırlarmış. Rize Limanı'nın açığında demirlediğinde, kayıkla 7 kez etrafının dolaşılması halinde hastaların iyileşeceğine inanılırmış. Bu güzel geminin 75 yıl yıl hizmet verdikten sonra akıbetinin ne olduğunu yazmaya elim varmıyor, meraklısı bu bilgiye kolayca ulaşabilir.


Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Gülcemal’li dizeleri:
...
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu`da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne Türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu`da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemalle gider İstanbul’a
Gülcemalle gelir
...

Orhan Veli’den sakal

hanginiz bilir, benim kadar,
karpuzdan fener yapmasını;
sedefli hançerle, üstüne,
gülcemal resmi çizmesini;
beyit düzmesini;
mektup yazmasını;
yatmasını,
kalkmasını;
bunca yılın halime'sini
hanginiz bilir, benim kadar,
memnun etmesini?
değirmende ağartmadık biz bu sakalı!

Gülcemal’in Türkiye’de edindiği kardeşi Gülnihal

Gülcemal Gülnihal



Alıntı yapılan kaynaklar: İstiklal Harbimiz (I) - Kazım Karabekir, Son Osmanlılar – Murat Bardakçı


Yazının devamı

31 Mayıs 2008 Cumartesi

Simeon ...Cem ÖCEK...

Silver Apples Simeon, Silver Apples grubunun kurucusu Simeon Coxe tarafından geliştirilmiş, 9 adet osilatör ve bunlara bağlı efekt aletlerinden oluşan bir elektronik müzik enstrümanıdır. Başlangıçta elektronik müzikle hiçbir ilgisi olmayan Simeon Coxe bir gün senfonik müziğe eski bir osilatörle eşlik eden bir arkadaşının evinde Rolling Stones’un bir parçası çalarken osilatörle eşlik etmeyi dener ve sonuçtan çok hoşlanır. Arkadaşından bu osilatörü satın alıp evinde deneyler yapmaya başlar.

Simeon Coxe, sinüs ve kare dalga üreten osilatörünü distorsiyon devresinden sonra gitar amplifikatörüne bağlamış, sesi zenginleştirmek için de faz kaydırıcı ve ses filtre devreleri kullanmıştır. Klavyeli çalgıları çalmayı bilmediği için enstrümanında kullandığı osilatörleri açıp kapamak ve kontrol etmek için de telgraf düğmeleri kullanmıştır. Fazla sayıdaki osilatörü sadece iki elle kontrol etmek çok zor olduğundan ve daha önce hiçbir klavyeli çalgı çalma tecrübesi olmayan Simeon Coxe bir kontrplak üzerine yerleştirdiği anahtarları ayakla kontrol edilebilecek şekilde tasarlamıştır. Ayakla açılıp kapanabilen anahtarlar bas ses veren 3 adet osilatörü kontrol eder. Simeon’un ana konsolundaki diğer 6 telgraf anahtarı diğer osilatörleri kontrol etmektedir.
Simeon Coxe

1969’da Jimi Hendrix ile aynı stüdyoyu paylaşan Silver Apples bazı parçalarında Simeonla birlikte Hendrix’e eşlik etti. “Star Spangled Banner”daki bas tonları Simonla çalındı. Simeon’un tarihindeki en önemli olaylardan birisi de 1969’da Apollo-11 astronotlarının Ay’a ilk olarak ayak basışı sırasında Silver Apples tarafından Newyork’ta Central Parkta verilen konserdir. Silver Apples bu tarihi an için özel olarak bestelediği “Mune Toon”’ adlı parçasını yoğun yağışa rağmen, Armstrong aydaki ilk adımlarını atarken, Central Park’taki binlerce kişiye çalmıştır.

1967-1969 yılları arasında etkin olan ve 1970’de dağılan grup hiçbir zaman ticari başarıya ulaşmamıştır. Ev yapımı ilkel ses sentezleyicisi Simeon’un orijinali, Simeon Coxe’un 1979’da Alabama’daki evinde Frederick fırtınası sırasında evle birlikte tamamen tahrip olmuştur ve günümüze enstrümandan hiçbir şey ulaşmamıştır.

Diskografi
Silver Apples (Kapp) 1968
Contact (Kapp) 1969
Silver Apples (MCA) 1997
Beacon (Whirlybird) 1998
Beacon Remixed (Whirlybird) 1998
The Garden (Whirlybird) 1998
Decatur (Whirlybird) 1998

(Bir Cem ÖCEK yazısıdır)


Yazının devamı

27 Nisan 2008 Pazar

Tarihte Bugün: II.Abdülhamid'in Hal'i

31 Mart Vakası sırasında (13 Nisan 1909) Hüseyin Hilmi Paşa’nın 21 günlük yokluğunda -Osmanlı’nın zor zamanlarında hep olduğu gibi- sadrazamlığı Ahmed Tevfik Paşa yürütür. Ahmed Tevfik Paşa Milli Mücadele dönemindeki sadrazamlığı sırasında Londra Konferansı'nda Türkiye'nin tek temsilcisinin Ankara Hükümeti olduğunu belirtip sözü Ankara Hükümeti temsilcisi Bekir Sami Bey'e bırakmasıyla da tanınır. Siyaset dışı biri olduğu için hem de bu zor zamanda sadareti kabul etmek istemez ama Sultan II. Abdülhamid’in onu razı etmek için Yıldız’da kucaklayıp kucaklayıp öptüğü söylenir. Ahmed Tevfik Paşa kabinesini kurduktan sonra kurşunlar vızıldar haldeyken, geleneğe uygun olarak Babıali’ye at üstünde çıkar. Bu at üstünde yapılan son merasim olur.

31 Mart ayaklanmasının bastırılmasının ardından İttihatçılar İstanbul'da kontrolü ele geçirir. II.Abdülhamid'in yaşadığı Yıldız Sarayı askerler tarafından kuşatılır. Uşaklar, görevliler sarayı terkeder. Hareket Ordusu komutanlarından Binbaşı Enver Bey de Yıldız Sarayı bahçesinde nöbettedir. Bir kaç günlük gergin bekleyişten sonra Yahudi Cemaatinden, Selanik Mebusu ve Selanik Mason Locası Üstadı Emanuel Karasu (İnternet'te Bilge Karasu'nun babası olduğu iddiası olsa da B.K. sağlında herhangi bir akrabalık bağı olmadığını söylermiş), kardeşi Abdülhamid tarafından öldürtülmüş Arnavut Esad Toptani Paşa, Ermeni Katolik Cemiyeti Temsilcisi Aram Efendi ve Ayan Meclisi'nden ve uzun süre sultanın yaverliğini yapmış olan Gürcü Arif Hikmet'ten oluşan Meclis-i Mebusan heyeti, 27 Nisan 1909’da II.Abdülhamid'e, yanında çocuk yaştaki oğlu Abdürrahim olduğu halde, 'Millet seni (sizi?) azletti' diyerek 33 yıllık iktidarının sona erdiğini bildirir. Abdülhamid'in cevabı 'Hal' etti demek istiyorsunuz' olur! Arkasından 'Ve benim hayatım?' diye sorar.

Aslında İttihatçılar sultana hal’in bildirilmesini Ahmed Tevfik Paşa’dan istemişler ama "milletin bildirmesi uygun olur" deyip sıyrılmış bu zor işten. Zor zira Sultan Hamid ceket cebinde hep bir revolver taşırmış ve çok keskin bir atıcıymış. Aşağıdaki resimde Emanuel Karasu'nun elinin ceketinin içinde olmasının sebebi budur.

Abdülhamid'in heyet için "Bir Türk padişahına, bir İslam Halifesine hal kararını bildirmek için bir Arnavut, bir Yahudi, bir Ermeni ve bir nankörden başkasını bulamamışlar mı?" ya da "bir şer'i hükmü bildirecek bir Müslüman bulamamışlar mı?" dediği rivayet olunur.

Sultan ve ailesi Ali Fethi (Okyar) Bey refakatinde Selanik'e sürgüne gönderilir. Sultanın Yıldız'dan ayrılmasından sonra saray yağmalanır fakat her nasılsa fotoğraf koleksiyonu kurtarılır. Yanlarına almalarına izin verilen içi mücevher dolu bir çanta, bir rivayete göre Müşfika Kadın Efendi tarafından Sirkeci'de bir faytonda unutulur, kaybolur. Başka bir rivayete göre ise çanta kaybolmamıştır, Abdülhamid Selanik’ten Çırağan'a döndüğünde bahçesinde yetiştirdiği ananaslardan birinin içine doldurduğu mücevherleri ‘yalnızken kes, ye’ tembihiyle kızı Şadiye Sultan'a verir. 1924'te Osmanlı hanedanı sınır dışı edilince bu mücevherler çok işe yarar. Şadiye Sultan, parasız kaldıkça bunları bozdurup harcar.

I.Balkan Savaşı kaybedilip Selanik Yunanistan tarafından işgal edileceği sıra İttihatçılar'ın paçaları tutuşur ancak Çanakkale Boğazı kapalı olduğu için gemi gönderip sabık sultanı oradan alamazlar. Akıllarına daha önce II.Abdühamid'i iki defa İstanbul'da ziyarete gelmiş olan dostu Alman imparatoru II.Willhelm gelir. II.Willhelm Selanik'e bir savaş gemisi gönderir, komutanına da hareket emrini İttihatçılar'dan değil Abdülhamid'den almasını söyler. Abdülhamid Avrupa'ya kaçmak yerine İstanbul'a dönme emri verir. 1918'de ölen ve Siyonizm'e Filistin'i satmamakla övünen (gerçi Kıbrıs'ın İngilizler'e kiralanması suretiyle elden çıkmasına neden olmuştur) II. Abdülhamid'in I.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı'nın ne hallere düştüğünü görecek kadar yaşaması kendisi için kim bilir ne acı olmuştur.

Yukarıdaki resmi yapan son halife Abdülmecid. Bu resmi yapmak için aşağıdaki iki fotoğraftan faydalanmış.

Halife Abdülmecid'in küçük yaştan resme ilgisi olmuş hatta 1910 yılında kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'ne fahri başkan seçilmiş. Resimleri Paris'te açılan sergilerde kabul görmüş, Pierre Loti ile bu resimler üzerine mektuplaşmış. Eserleri bugün Resim ve Heykel ve Sabancı Müzesi kolleksiyonlarındadır.

27 Nisan ayrıca e-muhtıramızın da yıldönümü, anmadan geçmek olmaz...

Kaynaklar:
Ayşe Hür, Taraf Gazetesi-Tarih Defteri, 6 Nisan 2008
Orhan Koloğlu, Son Sadrazam
Necmettin Alkan, Toplumsal Tarih, Nisan 2008
Mustafa Armağan, Haber7, Haftasonu Eki, 27 Nisan 2008
Avni Özgürel, Radikal Gazetesi, Tarih, 27 Nisan 2008
Ümit Bayazoğlu, Chronicle Dergisi, Sayı 1/2005
Zahir Güvemli, Sabancı Resim Kolleksiyonu


Yazının devamı

26 Nisan 2008 Cumartesi

Yeni kömür yatakları bulundu

Konya'da bulunan yeni kömür yatakları ile Türkiye'nin tespit edilmiş linyit rezervleri 10,5 milyar tonu buldu. Bu rezervler Türkiye'yi enerjide dışa bağımlılıktan kurtarmakla birlikte elimizdeki linyit düşük kaliteli, termik santrallerde yakıldığında enerji ile birlikte kükürtdioksit (asit yağmuru), karbondioksit (sera gazı) ve kül olarak geri dönüyor. Kimya, endüstri ve makine mühendislerinin, kömürü gazlaştırmak (Turning Black Coal Green) için daha çok çalışması lazım.


kömür

Dünyadaki enerji kaynaklarının kullanımına dair projeksiyon

enerji



Yazının devamı

18 Nisan 2008 Cuma

Orta Asya'dan Yüzler

İpek yolu


Türkmenistan
Kolajın ilk sırası Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta bulunan Orta Asya'nın en büyük Çöl Pazarında çekildi, Türkmenler "cıgıldak pazarı" diyorlar. Türkmen kadınları tek parça, uzun ve rengarenk geleneksel elbiseleriyle -sadece pazarda değil şehrin tamamında- cıvıl cıvıl bir hava yaratıyorlar. Türkmen kızları "gelini gelini Türkmen gelini" türküsünde söylendiği kadar güzel ve alımlılar. Yalnız ülkede protez dişleri altın kaplatmak çok yaygın olduğundan zaman zaman gözünüz kamaşabiliyor.

Aşkabat Havaalanı'nı şehrin merkezine bağlayan geniş yolun adı "Tarafsızlık Bulvarı", tarafsızlık konusunda çok hassaslar. Hassas oldukları diğer konu halı. Halının müzesi ve hatta bakanlığı var. Dışarıya kontrolsüz halı çıkarmak yasak. Bayraklarını 5 değişik bölgeyi temsil eden, 5 halı süslüyor. Deve tüyünden yapılan halılar kutsal sayıldığından yere serilmiyor, belden yukarıda bir yerde tutuluyor.

Türkmen doğalgazı ülkede ciddi bir zenginlik yaratmış ancak bu zenginlik halk tarafından henüz eşit bir şekilde paylaşılamıyor. Aşkabat'ta müthiş binalar yapılmış, inşaat şirketleri marifetiyle bu zenginlik hortumlanıyor izlenimi verecek kadar müthiş (inşaatların %90'ı Türkiye'li şirketler tarafından yapılıyor).

Komunizm döneminden kalan sosyal imkanlar devam ediyor. Temel sağlık hizmetleri, su, elektrik, gaz, telefon, ulaştırma hizmetleri üzcretsiz ya da sembolik ücretleri var. Mesela 1 depo benzin 1 $, yurt içi uçak bileti Türkmen halkı için 1,5 $ (bizim şirketler de 0 YTL'ye uçtuklarını iddia diyorlar ama henüz böyle uçana rastlamadım).

Kutluğ Timur Minaresi

Kutluğ Timur Minaresi, Orta Asya'nın en yüksek minaresi, ereksiyon timsali (67 m)


Türkmenistan'da bazı yerlerde fotoğraf çekmek, hatta dikkatle bakmak bile yasak ya da tehlikeli olabiliyor. Duyduğum ama doğruluğundan emin olmadığım hikayeler var. Bunlardan biri, Türkmenbaşı'nın (kalp hastası olduğu ve o ndenle öldüğü biliniyor) yanıbaşında genç bir askerin kalbinin söküldüğü ancak Alman doktorunun kalp nakli ameliyatını reddettiği söyleniyor. Annesinin Türkiye kökenli olduğu, bu nedenle Türkiye'yi çok sevdiği, soyadı seçilirken Atatürk soyadını almak istediği ancak Türk Dışişleri'nden uyarı gittiği de söyleniyor.

Özbekistan

Timur-lenk (lenk: aksak eki) ilginç bir adam. Cengiz yani Moğol soyundan gelmediği Türk asıllı olduğu için HAN ünvanı alamamış ama bir kişinin ömrü hayatında kurabileceği en büyük imparatorluk sınırlarına ulaştırmış devletini. Son derece vahşi yöntemler kullanmış, aldığı şehirleri yakıp yıkmakla kalmayıp halklarını ya kılıçtan geçirtmiş ya büyük çukurlara gömdürmüş -en iyisi- savaşlarda canlı kalkan olarak kullanmış.

Timur'un Sivas'ta ve Bagdat'ta yaptigi katliamlar meşhurdur. Sivas'ta 40 bin kelleden tepe yaptığı soylenir. Bağdat katliamı bugün bile bir darb-ı mesel gibi anlatılır (alıntı, Ayşe Hür).

Ankara Savaşı’nı biliyoruz ama yanında fetret devri çelebilerinden biriyle birlikte İzmir’e kadar gelmiş. Özbek’ler “Timur Babamız” diyorlar, Lenin heykelleri yerine onun heykellerini dikiyorlar. Sarayı (Ak-Sarai, Şehrisebz) ve mezarı (Gur-amir, Semerkand) müthiş etkileyiciydi. Kara bir mezar taşı var, 2001 Space Odyssey’deki gibi. Sovyet arkeologlar mezarını açmak istediklerinde Özbekler uğursuzluk getirir diye izin vermek istememiş, sonra, mezarın açıldığı gün Alman uçakları Sovyetleri bombalamış, II.Dünya Savaşına girmişler !

Hiva Özbekistan
Bahaüddin Nakşibendi'nin mezarı Uluğ Bey Rasathanesi

İpek Yolu, Buhara, ipek Buhara, Kalon Minare
Ak Saray, Aksak Timur Semerkand, çini



Yazının devamı

14 Nisan 2008 Pazartesi

Addio Pippa... (*)

Pippa

Otostopla Türkiye'yi aşmaya çalışan bir kadının yolculuğu boyunca psikopat bir katile rastlaması ihtimali ne kadardır? Çok düşük, peki bu kadını kim katletti, trajedi tam da bu sorunun cevabında, bu kadını sürekli çalıştığı bir işi olmayan, bir kadınla imam nikahlı yaşayan, daha önce ölümlü bir trafik kazasına karışmış yani Türkiye şartlarına göre sıradan biri katletti. Türkiye bir alt üst oluşu yaşıyor, globalizasyon politikalarının köylerden kentlere sürüklediği milyonlar çarpık şehirlerde çarpık hayatlar yaşamak zorunda bırakıldılar. Kadın/erkek çelişkisinden daha güçlü çelişkiler var bu vak'ada.


* Elveda Pippa...


Yazının devamı

12 Nisan 2008 Cumartesi

Memleketin Hal-i Pür Melali

Cumhuriyet Köyü-Demokrasi Çıkmazı
DİKKAT! Görüş bildirmek tehlikeli ve yasaktır...


Yazının devamı

7 Nisan 2008 Pazartesi

Kayıp Demiryolunun Peşinde

Kayıp DemiryoluKağıthane-Çiftalan, Haliç-Karadeniz Sahra Hattı'nın orman içinde yaratığı boşluk hissediliyor


I.Dünya Savaşı başlayınca Osmanlı Devleti İstanbul'a kömür sevkiyatı konusunda zorlanır. Kömür ya ithalat yoluyla çoğunlukla İngiltere'den sağlanmakta ya da Zonguldak'tan gemilerle getirilmektedir. I.Dünya Savaşı dolayısı ile Çanakkale Boğazı kapanıp ithalat imkanı kalmayıp, Zonguldak'tan gelen gemiler Rus savaş gemi ve denizaltıları tarafından batırılınca İstanbul kömürsüz kalır. Asker sevkiyatı ve İstanbul şehir hatları (Şirket-i Hayriye) için kullanılan gemiler ile İstanbul'a elektrik sağlayan Silahtarağa Termik Santrali (Bugünkü Santral İstanbul) için kömüre ihtiyaç vardır.

Karadeniz kıyılarında Kilyos-Çiftalan mevkiinde bulunan linyit'in taşkömürü ile belli bir oranda karıştırılıp kullanılabileceği anlaşılınca, Silahtarağa Santrali (Haliç'in ucu, Kağıthane) ile Çiftalan arasına bir demiryolu döşenmesine karar verilir. Bu hat sahra hattı ya da dekomvil denilen ray aralığı 60 cm olan dar bir hattır. Enver Paşa yapımı ile bizzat ilgilenir ve hat 1914-1916 arasında 1,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanır.


Kilometre taşı

Savaştan bir süre sonra askeri amaçlarla kullanımına devam edilir. 1950'lerde ise hat tamamen sökülür ve unutulur. 1999'da tesadüf eseri fotoğraflarından yola çıkılarak hat güzergahı yeniden keşfedilir. Bir kaç parça ray ile kilometre taşları bulunur, bunlar şu an Kağıthane Belediyesi bahçesinde sergilenmektedir.

Raylar


Yazının devamı

29 Mart 2008 Cumartesi

FACIT'te Bölme

sayı/bölen=sonuç+kalan şeklinde formüle edersek. 1- Sayı tuşlanır ve kol 1 kez çevrilir. 2- Bölen tuşlanır. 3- Asıl hassas nokta burası , Sonra sadece sağ taraftaki ekran(ki orada 1 yazıyordur kol bir kez çevrildiği için) silme kolu ile silinir. ve kol geri ve ileri olmak üzere sallanır taki sağ taraftaki ekranın yanındaki yuvarlak kırmızı oluncaya kadar. 4- O yuvarlak kırmızı olunca kol ters çevrilmeye başlanır taki sol ekrandaki sayı bölünmez oluncaya dek. Sonuç sağ ekranda yazıyordur. kalan sol ekrandadır bölüm ise tuşlandığı yerde duruyordur. (erbey)


facit
Ya da;

Rakamı yaz. Sağdaki kırmızı oka bas. Rakamlar tamamen sola kaysın.
Sağ kolu çevir, rakamı kaydetmiş olur.
Sağdaki döner kolun yanındaki iki kulakçığı da çekerek sağ göstegeleri sıfırla.
Rakamı yaz. Sağdaki kırmızı oka tekrar bas. Rakamlar yine tamamen sola kaysın.
Sağ kolu zili duyuncaya kadar ters çevir. (çıkarma yapar gibi)
Şimdi aynı kolu bir kez normal çevir. (Toplama yapar gibi) Burada yine zil çalması lazım.
Soldan ikinci oka bas. Rakamları bir basamak geri al.
Sağ kolu zili duyuncaya kadar ters çevir. (çıkarma yapar gibi)
Şimdi aynı kolu bir kez normal çevir. (Toplama yapar gibi)
Sonuç sağdaki ekranda, kalanı ise soldakindedir. Ana rakam doğru, kalan genelde doğru değildir. (admakerpro)

Hafif'ten arak


Yazının devamı

17 Mart 2008 Pazartesi

Çanakkale Geçildi mi?

1915'te "Çanakkale geçildi mi?" derseniz, yanıt "evet geçildi" olacaktır. Zira Çanakkale denizaltından geçildi, hatta İngiliz denizaltıları İstanbul'a kadar gelerek Karaköy Limanı'nda cepheye asker sevkiyatı için bekleyen bir Osmanlı gemisini torpillediler. Yine, Gebze kıyılarında denizaltıdan sızan bir İngiliz askeri, cepheye asker taşımak için kritik olan bir trenyolu viyadüğünü havaya uçurdu. Bu, sabotaj tarihine denizaltıdan yapılan ilk eylem olarak geçmişti.

Churchill'in Çanakkale'yi sadece donanmayla geçebileceklerine olan aşırı güveni, İngiliz gemilerinin 1807'de Fransızlara meyleden III.Selim'e gözdağı vermek için Çanakkale'yi ellerini kollarını sallayarak geçip Büyükada'ya kadar gelmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Churchill eğer 1912'de İtalyan-Osmanlı Savaşında Çanakkale Boğazı'na giren İtalyan gemilerinin çelik halatlarla kapatılan Kilitbahir'den dönmek zorunda kalışlarını düşünseydi Gelibolu'ya asker çıkarmaya çok önceden karar verebilirdi. Üstelik ellerinde 1853-1856 Kırım Savaşı'nda Osmanlı'ya yardım etmek için Gelibolu'ya asker çıkarmış olmalarından dolayı coğrafi istihbarat da vardı muhtemelen.

Almanya 19.yy'ın sonlarından itibaren parçalanmanın eşiğinde olan Osmanlı'ya kancayı takar. Son Alman İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul'u değişik zamanlarda 3 kez ziyareti boşuna olmasa gerektir. Yine de Alman askeri yöneticileri I.Dünya Savaşı'nda ordunun ıslahının çok zor ve pahalı olması nedeniyle Osmanlı ile ittifak yapma konusunda ayak diremişler ve fakat ittifak kararı siyaseten alınmıştır. Çanakkale'nin savunulması Rusya'nın yardım alıp yeni bir cephe açmaması için Almanya için kritik öneme sahiptir. Çanakkale Zaferi'nin emperyalist İttihatçı/Almancı iklimden koparılıp milli bir destan haline getirilmesi ANZAC'ların bu savaşı keşfi ile çakışıyor nedense.

Çanakkale geçilemeyince İngiliz-Rus ittifakının sona ermesi, bununla kalmayıp bu devletlerin hasım hale gelmiş olması Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Mustafa Kemal'in pragmatik bir denge politikası izlemesini sağladı. I. Dünya savaşından galip çıkmış bir Çarlık Rusya'sının hele hele İstanbul için İngiltere ve Fransa'dan geri dönülmesi zor bir söz almışken sökülüp atılması, Kızıl Ordu'nun kendiliğinden Doğu Anadolu'dan çekilmesi kadar kolay olamayacaktı.


Yazının devamı

16 Mart 2008 Pazar

İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci CUMHURİYET

Mehmet Altan Hoca'nın İkinci Cumhuriyet’i malum, halbuki rahmetli İdris Küçükömer, 1950 DP iktidarını ikinci cumhuriyet olarak tanımlamış, 1973’te CHP-MSP iktidarını da üçüncü cumhuriyet. Devam edin, 1982 anayasası ile dördüncü cumhuriyet, eh ucu göründü artık sivil anayasa ile etti mi size beşinci cumhuriyet.

İlk üçü tamamen Sayın İdris Küçükömer ile alakalı, sonrakileri ben numaralandırdım. Bağlam yayınevinden çıkmış “İdris Küçükömer’le Türkiye Üstüne Tartışmalar” adlı kitaptan konuyla ilintili bazı alıntılar yapayım. (Bunlar bizzat katıldığı forumlardan kendi konuşmalarından nakildir)

“Türkiye’de İkinci Cumhuriyet daha özgürlükçü bir tepkiyle oluşmuştur...DP iktidara geldiğinde, zamanın CHP’sine göre daha ileri bir hareketin temsilcisiydi. İşte bu İkinci Cumhuriyet’in de sonu, ellinci yıldaki seçimle geliyor...Böylece, ilk defa, sosyal ilişkileri toplumcu olan bir çoğunluk Türkiye’de seçimleri kazanmış oluyor. Onun için Üçüncü Cumhuriyet’i kutlayabiliriz. Milli Selamet Partisi bu anlamda toplumcudur. Bugünkü AP, DP, CGP’nin aksine toplumcudur...İkinci Cumhuriyet, Birinci Cumhuriyet’in eğitim, politika, ekonomi alanında getirdiklerinin demokratik olarak değiştirilmesi olayıydı. Şimdi daha da demokratik bir süreç için Üçüncü Cumhuriyet kuruluyor ve Batı’daki partiler biçiminde bir sisteme gidiliyor.” (Sayfa 109-110)

Nasıl? Ezber bozuyor değil mi? Diğer numaralar Fransa hesabı her anayasaya bir numara verilmesinden kaynaklanıyor, yoksa 1982’de bir terakki telakki ettğimden değil elbette. Hıfzı Oğuz Bekata’nın Çığır Yayınları'ndan "Birinci Cumhuriyet Biterken" isimli 1960 basımı kitabını da analım.


Yazının devamı

12 Mart 2008 Çarşamba

K- A L I N T I

Frantz FANON, Kaan DURUKAN
Öngörüsü uyarınca, Fanon'un daha önce devrimin motoru olarak tanımladığı köylüler, mücadelenin başarıya ulaşmasından sonra sessizce sahneyi terk ederler ve iktidar milli bir burjuvazinin elinde tekelleşir. Sömürgecilik sonrası durumların çoğunda görüldüğü üzere, tercih edilen yönetim biçimi savaş döneminin önde gelen kahramanlarından birinin liderliğîyle sembolize edilen baskıcı nitelikli bir "tek parti" iktidarıdır.

Ancak, bağımsızlığını yeni kazanmış ulusun tüm heyecanına, gayretine karşın, orta sınıfın zayıflığı, altyapının ve bilgi birikiminin eksikliği, uluslararası baskılar, arzu edilen büyük atılımın gerçekleştirilmesini engeller; aslında pek çok şey, özellikle iktisadi yapı, aşağı yukarı aynı kalmıştır. Sıradan insanların hayal kırıklığı yeni yönetimin otoriteryen tedbirleriyle kontrol altına alınır. Bu arada, liderin saygınlığı da yavaş yavaş bir kült halini almaya başlamıştır. Sonunda, sömürgeci gücün kovulmasıyla kazanılan bağımsızlık, çeşitli alanlardaki başarısızlıklarla ağır ağır "uzaktan kumanda" bir sömürgeciliğe geçiş yapar ve yakın geçmişle devamlılık gösterir. Eski kolonyal güç, artık fiziki anlamıyla orada olmasa da, iktidarını büyük ölçüde tekrar kurmuştur. Fanon'un bu söyledikleri, sömürge geçmişi olan çok sayıdaki toplumun tarihinde ufak tefek farklılıklarla gerçekleşmiştir.

Yarım Yüzyıl Sonra Fanon'u Yeniden Okumak, Bianet

Karl MARX, Ayşe HÜR
"Din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir. İnsanın özünün hayali olarak gerçekleşmesidir, çünkü insanın sahici bir gerçekliği yoktur. Bu nedenle dine karşı savaşım, manevi kokusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır. Din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur. Bu nedenlerle de, halkın hayali mutluluğu olarak dinin kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunu istemektir" diyordu Karl Marx 'Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Doğru' makalesinin önsözünde. (Aktaran Mete Tunçay, 'Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması'). Dikkat edilirse, Marx'ın kısaltarak verdiğimiz bu sosyolojik yorumu, dinin bir "yanlış bilinçlilik hali" olduğunu söylemekle birlikte, bundan dolayı inananı küçümsemeye kalkışmıyor, aksine anlayışla karşılıyor. Halbuki günümüz Türkiye'sinde, Marx'ın (ve Hıristiyanlığın) tersine, din ve hayat arasında ikilik olmadığı iddiasındaki İslam diniyle, laiklik anlayışını esas olarak Batılı düşünce sistematiği üzerine kuran Kemalizm ve onun modern versiyonları arasındaki çatışma giderek yıkıcı hale geliyor...
Laiklik Savaşları, Radikal2

Hüseyin Avni ULAŞ, Ayşe HÜR
1926’da İzmit Suikasti davasında Hüseyin Avni de Aliler mahkemesine çıkarıldı. Ancak delil yetersizliğinden beraat etti. Kel Ali’ye “Bugüne kadar namusumdan emindim, fakat şimdi şüphe ediyorum” demesi ve Kel Ali`nin “Niçin” sualine karşı verdiği “Hepsi de benden bigünah ve namuslu arkadaşları astınız. Bende ne gibi namussuzluk gördünüz ki, bu şerefli ölümden esirgediniz” cevabını vermesi siyasi tarihimizin efsaneleri arasına girdi.
Türk Danton’u ‘Hüseyin Avni’, Yüzleşme Paneli

Bülent ARINÇ
Arınç, bu davada suçlanan insanlardan ilk üçü içinde kendi isminin yer aldığının söylendiğini anımsatarak, sözlerine şöyle devam etti: “Görmedim de başkalarının yalancısıyım. Bu beni üzmez, bu beni endişe ve korkuya sevk etmez. Aslında benim üzülmem gereken bir tek şey vardı, böylesine haksız açılmış bir davada ismim geçmeseydi kendimden endişe ederdim. Kendimden şüphe ederdim. Çok şükür vicdanım müsterih... Böylesine bir davada, böylesine bir iddianame ile suçlanmak ancak bana şeref getirir. Bundan dolayı da milletimin önündeyim ve milletimin vereceği karara hazırım.”
NTVMSNBC


Fernando SAVATER, Yankı YAZGAN
“... Ama insan her şeyden önce başkalarının özgürlüğünden korkar. Özgürlüğe dayalı sistemin belirgin özelliği, ne olacağını hiçbir zaman bilmeyişimdir. Bu nedenle başkalarının özgürlüğünü bir tehdit olarak görürüm. Çünkü onların (....) bana benzemelerini ve hiçbir zaman çıkarlarıma ters düşmemelerini isterim. Başkaları özgürseler, iyi ya da kötü davranabilirler. Zorla iyi olmaları daha iyi olmaz mıydı? Onları özgür bırakmakla gereğinden çok riski göze almıyor muyum? Bir çok insan başkalarının da kendi özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları koşuluyla, kendi özgürlüklerinden seve seve vazgeçerlerdi.” Fernando Savater’in Gençlerle Politika Üzerine adlı kitabını n’inci kez okuyuşumda, yazarın Türkiye uzmanı olup olmadığını sorgulamaya karar verdim bu alıntıları okuyunca. “Özgürlüğü bastırmak isteyenlerin her zaman hükümetler olduğunu sanma. Çok kez bu baskıyı isteyen, özgür olmaktan yorulmuş (bu biz değiliz, yy), ya da özgürlükten korkan yurttaşlar olmuştur.”
Dolar düşerken ne yapılır?, Akşam


Yazının devamı

4 Mart 2008 Salı

Neden Kara Harekatı?

1979 İran İslam Devriminin ardından 1980’de Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül ihtilali (‘Our boys have done it’) ve İran-Irak Savaşı, Polonya Dayanışma Hareketine Vatikan’ın desteği ardından 1981’deki Papa suikasti, Afganistan’da SSCB’ye karşı ABD’nin mücahitleri desteklemesi ardından bunun 9/11’e ve Irak’ın işgaline zemin hazırlaması gibi zincirleme olaylar Soğuk Savaş’ın son hamlelerinden birkaçı idi. Soğuk Savaş ABD’nin galibiyeti, SSCB ve Doğu Bloku’nun parçalanması ile sona erdi ancak savaşın sona ermesinin I. ve II. Dünya Savaşları’nın ardından olduğu gibi yeni bir paylaşım savaşının başlamasına neden olması kaçınılmazdı. Üstelik Rusya da bir süredir sanki bir mağlup gibi değil de, Doğu Bloku ülkelerinin yükünü üzerinden atmış olmanın hafifliği ile ileriye sıçramak için bir adım geri atmış bir koşucu gibi enerji savaşlarına hızla daldı. Bugün Rusya, ABD ve bunların bağlaşıkları enerji savaşlarında değişik cephelerde pozisyon almaya çalışıyorlar.

Türkiye ABD eksenli politika üretmeye devam ettikçe Rusya’dan uzaklaşıyor. Rusya’yı Samsun-Ceyhan petrol boru hattına doğru itelemek için Türkiye’nin boğazlara koyduğu rezerv geri tepti, Rusya Yunanistan Bulgaristan ile Transtrakya petrol boru hattı için anlaştı. Yine de Samsun-Ceyhan petrol boru hattının tamamen rafa kalktığını zannetmiyorum çünkü Rusya ile ABD arasındaki enerji savaşlarında çok kritik bir kesişimde duruyor. Geleneksel olarak Rusya Kuzey-Güney, ABD Doğu-Batı enerji hatlarını inşa etmeye çalışıyor. Rusya bir gelecekte bu boru hattına ihtiyaç duyabilir, liberal eğilimleri olan Gazprom başkanı Medvedev’in Rusya’nın yeni devlet başkanı olması ilişkileri yeniden ısıtabilir.

Enerji Savaşlarında Türkiye’nin kendine kırmızı çizgiler çekerek saf tutmaya çalıştığı diğer cephe Kuzey Irak. Terör, Soğuk Savaş döneminde rakiplerin gücünü zayıflatmak için desteklenen ve kullanılan bir aparatken, Soğuk Savaş sonrası paylaşım döneminde yayılmacı emellere ulaşmayı kolaylaştıran bir katalizör işlevi görmeye başladı. Soğuk Savaş dönemi örgütlerinden biri olan ASALA’nın yok olmasına rağmen PKK’nın Soğuk Savaşın bitiminden 20 yıl sonra bile hala ayakta olması manidar.

İsmail Beşikçi Derya Sazak’la 2006 Mart’ında Milliyet’te yaptığı söyleşisinde 'Öcalan ancak devleti konuşabilir. Çünkü devletin denetimi altında' diyordu ve şöyle devam ediyordu ‘Öcalan, örneğin savaş ilaİsmail Beşikçi, Derya Sazakn ediyor! Devlet adım atmadı diyor, tekrar silaha başvurun (diyor). Bu kadar denetim altında bunu nasıl söyleyebilir? Demek ki, devletin de böyle bir istemi var’. Öcalan’ın 1999’da Kenya’da yakalandıktan sonra uçakta getirilirken söylediklerini hatırlarsak: ‘Benim annem Türk, her türlü hizmete hazırım’. Bu sözlerin kurgulanarak kamuoyuna yansıtılışı operasyonun psikolojik harekat yönünü tamamlıyordu. O gün olduğu gibi bugün de devlet kontrolünde olan Öcalan’ın vermesi istenen mesajlar dışında dışarıya sesini ulaştırması çok güçtür. Gerçi üniversite öğrencisiyken MİT koridorlarında görüldüğünü, devletin kendisini kontrol etmeye çok daha önce başladığını, Uğur Mumcu’nun ölümüne de bu bağlantıyı kamuoyuna duyurmak arzusunun neden olduğunu iddia edenler de vardır.

Orta Asya ve Orta Doğu petrol-doğal gaz kaynaklarının Avrupa ülkelerine taşınmasını hedefleyen Nabucco (nam-ı diğer, Babil'in asma bahçelerini yaptıran, İsrailoğullarını Babil’den süren kral Nebukatnezar) projesi ile Batılı güçler Doğu-Batı hattından Azeri, Irak, İran ve kısmet olursa Türkmen doğal gazını Avrupa'ya taşımak niyetindeler. Kosova bağımsızlığını ilan ederken, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi Rusya ve ABD arasında süregiden rekabette eşzamanlı iki hamle olarak dikkat çekti. Türkiye özelinden bakarsak yapılan Kara harekatının gerekçeleri, savaşın bitirilmesi ihtimalini ortadan kaldırmak, Nabucco bölgesinin güvenliğinin Türkiye tarafından sağlandığının gösterilmesi. Bir başka iç neden son zamanlarda Hava Kuvvetlerinin sürekli ön planda olması, operasyonları domine etmesi olabilir. Bu durum, içinden Genelkurmay Başkanı’nı çıkaran Kara Kuvvetlerinin bir gövde gösterisi yapma heves ve arzusu yaratmış olabilir. Komutanlıklar arasında Milli Savunma bütçesinden pay alma savaşını hesap etmek gerekir. Aynı mantıktan yola çıkarak Irak sınırında hiç şansı olmayan Deniz Kuvvetlerinden yakın zamanda Ege’de bir güç gösterisi ya da Kıbrıs’ta Hristofyas’ın seçilmesi ile oluşan bahar havasını dağıtmak amaçlı Ergenekonvari bir atak şaşırtıcı olmayacaktır.


Yazının devamı

12 Şubat 2008 Salı

Kadim Zamanlardan Bilgi Devrimine

Kadim : (Arapça, sıfat) Çok eski, başlangıcı olmayan ya da başlangıcı geçmişin derinliklerinde kaybolmuş olan.



Bir medeniyetin kendi kendini yok edebilecek düzeye gelmesi için 10.000 yıl verirsek (bu artık ozonu delerek mi olur, zincirleme çekirdek reaksiyonunun önüne geçemeyerek mi olur, gökyüzünü CO2 kaplayıp küreyi fırınlayıp tufanlar yaratarak mı olur, laboratuarda üretilip kontrol edilemeyen bir virüsün yarattığı pandemi ile mi olur, üremek zor geldiği için soyun kuruması ile mi olur, her ne ise) hayalgücü geniş bazı insanlar 200.000 yıl önce homo sapiens’in görünmesinden bu yana en az üç beş medeniyetin kurulup yıkılması için yeterli zaman bulunduğunu ileri sürerler. Bu medeniyetlere ait arkeolojik buluntuya rastlanmamasını ise bu uygarlıkların artık var olmayan batmış –belki de birbirlerini batırmış– kıtalarda yaşamalarına bağlarlar. Bu medeniyetlerin izlerini yazılı kayıtlarda bulmak çok zor olduğu için belki de efsanelerde aramak gerekir. Battığı iddia edilen kıtalardan biri Mu diğeri Atlantis’tir.

Kayıp Kıta Mu
Günümüzden 100.000 yıl önce Pasifik’te manevi yönleri çok güçlü bir uygarlığın yaşadığı savlanır. Levha tektoniği kanunlarına göre böyle bir kıtanın varlığı pek mümkün görünmese de James Churchward (1852-1936) günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adaların bu kıtanın kalıntıları olduğunu ileri sürer. Uygur, Mısır ve Mayalar’ın ilk Mu kolonileri oldukları Keltler’in, İskitler’in de bunların torunları olduğu iddia edilir. Anlatılana göre siyah, esmer, kızıl ve sarı olmak üzere dört ırktan oluştuğu düşünülen Mu insanlarının yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı. Bu, bana Babil Kulesinin hikayesini hatırlatır. Babilliler tanrıya daha yakın olmak için bir kule yapmaya karar verirler. Kule yükseldikçe yükselir, yükseldikçe yükselir, Babilliler tanrıyı unutup kendi yaptıklarıyla böbürlenmeye başlarlar. Tanrı “bunlara öyle bir ceza vereyim ki bir daha biraraya gelemesinler” der ve o zamana kadar hepsi aynı dili konuşurken, farklı diller konuşan gruplara böler onları.

Kimbilir, belki de Mu kıtası insanları da bir süre sonra birbirlerini anlayamadıklarından, medeniyetleri entellektüel bir çöküş yaşamıştır.

Kayıp Kıta Atlantis
Günümüzden 70.000 yıl önceye tarihlenen diğer kayıp kıta Atlantis ise Platon’un notlarına göre Atlantik Okyanusu’ndaydı. Günümüzde Atlantis’in yeri konusunda değişik fikirler vardır, bunlardan bizi ilgilendirebilecek iddialardan biri, Truva'nın aslında Atlantis olduğu, diğeri ise Kıbrıs ve Suriye arasında sular altında kalan bir kara parçasının Atlantis olduğu ve Antakya’nın bu medeniyetin bir parçası olduğudur.

Biz Kadim Türkler
Türk’ler, daha doğrusu Öntürk’ler tarafından oluşturulduğu tahmin edilen en eski uygarlığın tarihi M.Ö 4500’e kadar gider (Anav Kültürü). Bunu MÖ. 3000 ile MÖ. 1700 yılları arasında tarihlenen Afanasyevo Kültürü, MÖ. 1700 ile MÖ. 1200 yıllarına tarihlenen Andronova Kültürü ve MÖ 1200- MÖ 700 yıllarına tarihlenen Karasuk Kültürü takip eder. “Türk” kelimesine yazılı olarak ilk defa Göktürk’lerin M.S. 8. yüzyılda diktikleri Orhun-Yenisey Yazıtlarında rastlanır.

Başarılı Türk askerlerin kölelikten yükselerek Eyyubi yönetimine son vermeleriyle Mısır’da kurulan Memlük (Kölemen) Devleti, Göktürk Devleti’nden sonra isminde Türk kelimesini kullanan ikinci devlet, Türkiye kelimesini kullanan ilk devlettir (et Devlet et Türkiyye). 1250-1517 arasında 250 yıldan fazla hüküm süren Memlük Devleti, Osmanlı ile rekabet edemez, Mercidabık ve Ridaniye savaşları ile yok olur.

Resmi Tarih
Cumhuriyet’in ilk yılları, Osmanlı ümmetçiliğini hem akıllardan hem gönüllerden silmek adına “Türk Tarih Tezi” oluşturma peşinde geçer. Mustafa Kemal Atatürk, 1934 tarihinde Türkiye’yi ziyaret eden İsveç veliahtı Gustav Adolf şerefine verdiği yemekte şöyle bir konuşma yapar: “...Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu.” Salonda konuşmayı İngilizce’sinden izleyen Gustav Adolf’ten başka anlayan olmaz! Böyle gitmeyeceği anlaşılınca "Güneş Dil Teorisi" ne geçilir, böylece diğer dillerden alınan kelimeler yabancı sayılmayacaktır, çünkü teoride bütün dillerin Türkçe’den türediğini savunulmaktadır. Teori fazla uzun ömürlü olmaz.

Kayıp kıta fikirlerinin sahibi J. Churcward’ın kitapları Türkçe’ye çevrilince Ankara’da bir heyecan yaşanır çünkü Uygurlar’ın aslında Mu medeniyetinin devamı olduğu dolayısı ile Türkler’in anavatanın Mu olduğu fikri tam da Türkler’e alternatif ve ulusçu bir resmi tarih yazma aşamasında imdada koşmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, Maya kültürü bağlantısını araştırması için tarihçi Tahsin Mayatepek’i Meksika’ya büyükelçi olarak atar. Tahsin Bey eli boş dönmez, Maya dilinde “tepe” anlamına gelen “tepek” sözcüğünü ve başka kültürel bağlantılar bulur (Tahsin Bey’in soyadı “Mayatepek” buradan kaynaklanır).

Sümerler’le başlayan Bilgi Çağı
Kadim zamanlara ait belgelerin de bulunduğu İskenderiye Kitaplığı yok olmasaydı, belki de o zamanlar hakkında şimdi daha çok şey biliyor olacaktık. İskenderiye Kitaplığı, İ.Ö. 1. yüzyılda Julius Sezar tarafından, İskenderiye'yi kuşattığı sırada mı, yoksa, İ.S. 4. yüzyılda İskenderiye'de puta tapanların çokluğuna bozulan Hristiyan İmparator I. Theodosius tarafından mı ya da İ.S. 7 yüzyılda İslam Halifesi Hz. Ömer’in emriyle Mısır Fatihi Amr İbnül-As tarafından 'Bu kitaplardaki bilgiler Kuran'a aykırı ise haramdır, Kuran'da yazanlarla aynıysa gereksizdir' diyerek mi yok edildi bilinmiyor. Belki de hepsi bir kenarından yakabildiğini yaktı ya da artçılları kadim zamanlara ait bilgilerin yok olmasının suçunu birbirlerinin üzerine atmaya çalışıyor.

Bilginin tıpkı tüm canlılar gibi her insan kuşağıyla ölüp yeniden yaratılmak zorunda olması, onun sonraki nesillere aktarılabilmesi için bir metodolojinin varlığını zorunlu kılar. Kutsal kitaplar, yani bilginin kutsanması bugün yaşadığımız bilgi ve teknoloji devriminin müjdecisiydi. Bilgi çağı Sümerler'in çivi yazısını icat etmesi ile başladı. Aslına bakarsanız Sümerler’in Yaratılış ve Tufan hikayeleri günümüze ulaşmış 4,000 yıllık "hayatta kalma kılavuzları" dır, metodoloji icabı biz Tufan hikayesini “Nuh Tufanı” olarak tanıyoruz. Bilgi, bugün endüstri devrimindeki emtianın yerini aldı. İskenderiye kitaplığı gibi derli toplu bir mekanı olmadığı için yakılmak yerine dezenformasyon taktikleriyle beyinlerimizde terörize ediliyor.
Uyanık olunması dileği ile.


Yazının devamı
Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.