12 Mart 2008 Çarşamba

K- A L I N T I

Frantz FANON, Kaan DURUKAN
Öngörüsü uyarınca, Fanon'un daha önce devrimin motoru olarak tanımladığı köylüler, mücadelenin başarıya ulaşmasından sonra sessizce sahneyi terk ederler ve iktidar milli bir burjuvazinin elinde tekelleşir. Sömürgecilik sonrası durumların çoğunda görüldüğü üzere, tercih edilen yönetim biçimi savaş döneminin önde gelen kahramanlarından birinin liderliğîyle sembolize edilen baskıcı nitelikli bir "tek parti" iktidarıdır.

Ancak, bağımsızlığını yeni kazanmış ulusun tüm heyecanına, gayretine karşın, orta sınıfın zayıflığı, altyapının ve bilgi birikiminin eksikliği, uluslararası baskılar, arzu edilen büyük atılımın gerçekleştirilmesini engeller; aslında pek çok şey, özellikle iktisadi yapı, aşağı yukarı aynı kalmıştır. Sıradan insanların hayal kırıklığı yeni yönetimin otoriteryen tedbirleriyle kontrol altına alınır. Bu arada, liderin saygınlığı da yavaş yavaş bir kült halini almaya başlamıştır. Sonunda, sömürgeci gücün kovulmasıyla kazanılan bağımsızlık, çeşitli alanlardaki başarısızlıklarla ağır ağır "uzaktan kumanda" bir sömürgeciliğe geçiş yapar ve yakın geçmişle devamlılık gösterir. Eski kolonyal güç, artık fiziki anlamıyla orada olmasa da, iktidarını büyük ölçüde tekrar kurmuştur. Fanon'un bu söyledikleri, sömürge geçmişi olan çok sayıdaki toplumun tarihinde ufak tefek farklılıklarla gerçekleşmiştir.

Yarım Yüzyıl Sonra Fanon'u Yeniden Okumak, Bianet

Karl MARX, Ayşe HÜR
"Din bu dünyanın genel kuramı, geniş kapsamlı özeti, yaygın mantığı, manevi yüceliği, coşkusu, ahlakça onaylanması, görkemli bütünlüğü, avuntu sağlamaya ve haklı kılmaya yarayan evrensel temelidir. İnsanın özünün hayali olarak gerçekleşmesidir, çünkü insanın sahici bir gerçekliği yoktur. Bu nedenle dine karşı savaşım, manevi kokusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır. Din baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur. Bu nedenlerle de, halkın hayali mutluluğu olarak dinin kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunu istemektir" diyordu Karl Marx 'Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Doğru' makalesinin önsözünde. (Aktaran Mete Tunçay, 'Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması'). Dikkat edilirse, Marx'ın kısaltarak verdiğimiz bu sosyolojik yorumu, dinin bir "yanlış bilinçlilik hali" olduğunu söylemekle birlikte, bundan dolayı inananı küçümsemeye kalkışmıyor, aksine anlayışla karşılıyor. Halbuki günümüz Türkiye'sinde, Marx'ın (ve Hıristiyanlığın) tersine, din ve hayat arasında ikilik olmadığı iddiasındaki İslam diniyle, laiklik anlayışını esas olarak Batılı düşünce sistematiği üzerine kuran Kemalizm ve onun modern versiyonları arasındaki çatışma giderek yıkıcı hale geliyor...
Laiklik Savaşları, Radikal2

Hüseyin Avni ULAŞ, Ayşe HÜR
1926’da İzmit Suikasti davasında Hüseyin Avni de Aliler mahkemesine çıkarıldı. Ancak delil yetersizliğinden beraat etti. Kel Ali’ye “Bugüne kadar namusumdan emindim, fakat şimdi şüphe ediyorum” demesi ve Kel Ali`nin “Niçin” sualine karşı verdiği “Hepsi de benden bigünah ve namuslu arkadaşları astınız. Bende ne gibi namussuzluk gördünüz ki, bu şerefli ölümden esirgediniz” cevabını vermesi siyasi tarihimizin efsaneleri arasına girdi.
Türk Danton’u ‘Hüseyin Avni’, Yüzleşme Paneli

Bülent ARINÇ
Arınç, bu davada suçlanan insanlardan ilk üçü içinde kendi isminin yer aldığının söylendiğini anımsatarak, sözlerine şöyle devam etti: “Görmedim de başkalarının yalancısıyım. Bu beni üzmez, bu beni endişe ve korkuya sevk etmez. Aslında benim üzülmem gereken bir tek şey vardı, böylesine haksız açılmış bir davada ismim geçmeseydi kendimden endişe ederdim. Kendimden şüphe ederdim. Çok şükür vicdanım müsterih... Böylesine bir davada, böylesine bir iddianame ile suçlanmak ancak bana şeref getirir. Bundan dolayı da milletimin önündeyim ve milletimin vereceği karara hazırım.”
NTVMSNBC


Fernando SAVATER, Yankı YAZGAN
“... Ama insan her şeyden önce başkalarının özgürlüğünden korkar. Özgürlüğe dayalı sistemin belirgin özelliği, ne olacağını hiçbir zaman bilmeyişimdir. Bu nedenle başkalarının özgürlüğünü bir tehdit olarak görürüm. Çünkü onların (....) bana benzemelerini ve hiçbir zaman çıkarlarıma ters düşmemelerini isterim. Başkaları özgürseler, iyi ya da kötü davranabilirler. Zorla iyi olmaları daha iyi olmaz mıydı? Onları özgür bırakmakla gereğinden çok riski göze almıyor muyum? Bir çok insan başkalarının da kendi özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları koşuluyla, kendi özgürlüklerinden seve seve vazgeçerlerdi.” Fernando Savater’in Gençlerle Politika Üzerine adlı kitabını n’inci kez okuyuşumda, yazarın Türkiye uzmanı olup olmadığını sorgulamaya karar verdim bu alıntıları okuyunca. “Özgürlüğü bastırmak isteyenlerin her zaman hükümetler olduğunu sanma. Çok kez bu baskıyı isteyen, özgür olmaktan yorulmuş (bu biz değiliz, yy), ya da özgürlükten korkan yurttaşlar olmuştur.”
Dolar düşerken ne yapılır?, Akşam

0 comments:

Yorum Gönder

Banner from George Steinmetz

(*) Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.